Kültür neyin kavgası?

Ömer Erdem

Bireyin ve toplumun kültürü gerçekten mesele edinip edinmediğini anlayabilmek için onun adına neyi göze aldığına bakmak gerekir. Karlı ve soğuk bir günde şehrin uzak semtinde sahnelenecek oyunu izlemek için her şeyi göze alan adamla o semtte bir tiyatro binasının bulunmasını hayati derecede gören bir topluluk aynı maksatta birleşirler. Hayatın kolektif anlamda güzellikle yaşanmasına kültür denir ve sonuçta asıl kültür budur. Çünkü kültür bireyin bir alt kolu değil asıl tarihin devamıdır. Hatta diyeceğim tarihin gerçekleşebilmesi için hayatın kültür olarak yeşermesi gerekir. Barbarlarla medenileri birbirinden ayıran toplumsal kök tam anlamıyla budur.

Hep bir kavga vardır kültürün özünde. Bir doğa olayı değil, bir varoluş neşvesidir kültür. Belki mayasında kaçınılmaz olarak tabiat hep vardır ve insan hem tek tek hem de topluluk halinde doğaya bakışını kültür olarak dışa vurur. Mesela muhteşem bir gün batımı karşısında cezbeye kapılıp dans eden insanın hareketlerinde kültür açığa çıkar. Bu açığa çıkışın üzerine düşünmekten ise estetik. Her ikisi de birbirlerinin sebep sonuç ilişkisiyle bağlıdırlar. Aynı şekilde güzel bir kadın karşısında hislerine engel olamayan kişinin tutumu da kültüre dahildir. Bunu resme, şiire ve müziğe dönüştürmesi ise yine estetiğin alanına dahil.

***

Öyleyse kültür neden hep bir tartışma ve kavga vesilesi olmuştur? Kültürle insan, insandan, toplumdan olumlu manada ayrışmaya başlar, bu ayrışmayla beraber karşısındakileri etkiler ve bu etkiye bağlı olarak da kaçınılmaz zamansal bir iktidar alanı açılır. Kişi, toplum bir üst düşünce ile bu iktidarı yumuşatır, onu ontolojik bir harca dönüştürür, ideallerle toplumsallaştırır, varoluşun ince alanına çeker, buradan bir yaşama zevki geliştirir. Geçmiş çağlarda, kültür paylaşımından önce kültür yaratımına öncelik veren hatta onun yaşar bir öznesi olmak için olağanüstü çaba harcayan iktidar sahiplerinin bulunması, onların kültürel kavganın özünü derinden ve ilk elden tecrübe edip derinden kavramalarıyla ilgilidir. Kültür bir donma değil süreklilik halidir ve herhangi bir iktidarın kültürü ele geçirip kullanması, yüceltmesi veya tehlikeli bulup yasaklaması süreklilik düşüncesinin de donması anlamına gelir.

Kabul edilmelidir ve hatırlanmalıdır ki kültür yaratımlarının çoğalmasında büyük iktidar sahiplenmelerinin yönlendirici rollerine hep rastlanmıştır. İktidarlarını geniş kitlelere yayıp onun amacını yaşatmak için sinema, tiyatro, mimari ve roman gibi sanat dallarına yatırım yapılmış, sanatçılar desteklenip yönlendirilmiş, mimarlar kendilerine göre şehir planları yapmışlardır. Ancak kültürün insan tekinde ve toplum şuurunda mayalanması sahte ve geçici bir boya olmaktan ileri gidememiş ilk fırsatta bu yolla yapılan kültür ayaklar altına alınmıştır. Medeni ve zihnen gelişmiş toplumlar kültürel yaratım ile kültürel paylaşımı kategorik anlamda birbirlerinden ayırırlar, sanat ve kültür üretiminin artmasına ve bunun bireyler tarafından özgürce ve kolayca karşılanmasına yardımcı olurlar. Kültüre ne kadar müdahale varsa orada tarihsel sorun var demektir.

***

Kültürün bir tartışma konusu olarak canlılığını koruması ve bu canlılıktan bir sonuç doğması için bireyde ve toplumda varoluşsal öncelik ve göze alınacak bedelin büyüklüğü gerekir. Bu mümkün müdür? Elbette. Çünkü insanın önünde dönüp dolanıp çatallanan yol ona hep iki alternatif sunar: Barbarlık ve medenilik. İçtiği suyun yumuşaklığını tecrübe ile keşfeden insanın kendi özünün değerini açığa çıkarmak için kültür gibi bir mayasının bulunduğunu keşfetmesi su kadar eski ve hayati üstelik onun kadar güzel bir sonuçtur. İnsan olmaya ve insan kalmaya inanmak, kültürü yaşatmaya ve onunla özgürce yücelmeye de hep hazır olmak demektir çünkü.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.