Orantısız aşk Orantısız iman

Yusuf Ziya Cömert

Gezi hengamesinde bir laf icat edilmişti. Hoş bir laf. Gezi erbabı bu lafla tatmin oluyordu.

Neydi laf?

‘Orantısız zeka.’

Zeka Allah vergisidir. En azından büyük kısmı Allah vergisidir.

Kendi zekanı veya çoluğunun çocuğunun zekasını alet edevatla, yeme içmeyle fazla büyütemezsin.

Veya keskinleştiremezsin.

Belki mevcudu biraz daha iyi kullanmayı öğrenirsin.

Belki kültür fizikle, yani idmanla bir gram, iki gram ziyadeleştirirsin.

Aşağı yukarı bütün kavimlerde, bütün cemiyetlerde zekanın azı da çoğu da mevcuttur.

Yine de bir cemiyetin kendi zekasını daha çok beğenmesini mazur görmek lazım.

‘Akılları pazara çıkarmışlar, herkes yine kendi aklını almış.’

Bu atasözünü ‘zeka’ya uyarlasak, ne lazım gelir?

Bir şey lazım gelmez.

Şimdi ‘mazi’ oldu o günler.

Paralel terör başka bir hakikatin, yakın zamanlara kadar zuhuruna şahit olmadığımız gizli bir hazinenin ortaya çıkmasına vesile oldu.

Tekrar bakın Şehitler Köprüsü’nde tanklara doğru yürüyen sivil insanların kararlılığına.

Önündeki kardeşi vuruluyor. Şehit düşüyor.

Kendisi de vuruluyor.

Kalkıyor, yeniden yürüyor.

Vurulacağını bile bile yürüyor.

Nasıl izah edersiniz bunu?

İstihfafa yeltenenler oldu. ‘Tiyatro’ dediler, ‘senaryo’ dediler.

Çıplak bir gerçeğin karşısına senaryonun daniskasını koydular.

Şakirtlerine ‘çarpıtılmış bir iman’ telkin eden, ömrünü İslam fıtratının üzerine ‘zakkum’ aşılamaya hasreden ‘başparalel’ de aynı laflara iltica etmeye çalıştı.

Üstelik meşrebini de itiraf etti: Batı’nın hizmetindeyim.

Yüzünde zerre utanması olanlar, içlerinde vicdan taşıyanlar, Şehitler Köprüsü’ndeki direnişi görünce sustular.

Tuz buz oldu artistik, tumturaklı lügatler.

Şehit demezmiş profesör hatun.

Orantısız cehalet!

Sanki sana sordular, demezsen deme.

‘Pervane’nin ışığa yürümesi gibi yürüyordu şehitler.

Soruyor insanlar: Bunu nasıl yapabiliyorlar? Öleceklerini göre göre?

Nasıl yani?

Bu, aşktır.

Orantısız aşk.

Ve imandır.

Orantısız iman.

Nasip onlarınmış; Mustafaların, Erolların, Abdullahların, Osmanların...

Biz saygı makamındayız.

İyilerimiz onlarmış.

***

Bu suallerin tersini de soran çok.

Nasıl olur? Nasıl bir sürü adam bir İblis’e uyup kendi memleketinin insanlarına, bu toprağın çocuklarına Allah’tan korkmadan, Peygamber’den utanmadan kurşun atar?

Hiç mi akılları yok? Hiç mi vicdanları yok?

Neyin doğru, neyin yanlış olduğu Kitap’ta yazılıdır.

Birisi Allah ile kulun arasına girip Kitab’ı değiştirmeye cüret ediyorsa... Haramı helal, helali haram etmeye cüret ediyorsa...

Şeytan’ın insanları yoldan saptırmak için Sırat-ı Müstakim’in üzerine oturması gibi!

Böyle bir garabete iman etmek de bir imandır.

Fakat asla bizim bildiğimiz ve mensubu olduğumuz dinin imanı değildir.

İki iman, birbirinin zıddıdır.

Ayete’l Kürsi’nin devamına bakın, görürsünüz.

Biri “Zulumat’tan Nur’a” öteki “Nur’dan zulumat’a” çıkarır.

Allah, hepimizi hidayete erdirsin.

Allah, milletimizi sahil-i selamete çıkarsın.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.