Davutoğlu'ndan Erdoğan'ın ifadelerine sert tepki: Bana ihanetinin cevabını versin

Gelecek Partisi lideri Davutoğlu, haftalık basın toplantısında Erdoğan'ın kendisi hakkındaki "Bir ihanet projesinin parçası" yönündeki açıklamalarına tepki gösterdi. Davutoğlu, "Sayın Cumhurbaşkanı ima ettiği siyasi etiğe uygun düşmeyen ilişkilerde olmadığımızı kendisi çok iyi bilir" dedi.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Gazeteci Abdülkadir Selvi'ye Davutoğlu ve DEVA Partisi lideri Ali Babacan hakkında yaptığı açıklamada, "Özellikle Mescid-i Aksa'da İsrail'in saldırılarının arttığı dönemde bunlar içeride Mescid-i Aksaları yıkmak istiyor. İçimizdeki hainler" sözleriyle ilgili konuşan Davutoğlu, "Kendileri artık o fütursuz açıklamaları ancak aracılar vasıtasıyla yapabilirler" dedi.

Davutoğlu konuşmasının devamında "Sayın Cumhurbaşkanı ima ettiği siyasi etiğe uygun düşmeyen ilişkilerde olmadığımızı kendisi çok iyi bilir. Ki kamuoyu da Cumartesi günü yaptığımız açıklamalardan gerçeğin ne olduğunu öğrendi.

Ama kendileri, ülkenin %49.5 halk desteğiyle seçim kazanmış başarılı bir başbakanına, üstelik yurt dışında iken, arkadan kumpas kurmak suretiyle nasıl ihanet edileceğini uygulamalı siyaset dersi olarak bütün Türkiye’ye öğretmiştir. Asıl kendisi çıkıp bu ihanetin hesabını bütün Türkiye’ye vermelidir" sözlerine yer verdi.

Davutoğlu'nun açıklamasından öne çıkanlar şu şekilde:

"Bizler 'bunlar Filistin meselesini ne zaman araçsallaştıracaklar, iç siyasetin aracı ne zaman kılacaklar acaba?' diye beklerken, bizleri yine şaşırtmadılar! Belli ki korku bulutları dağları sarmış.

Belli ki, karanlık ilişkiler ağı orta yere serilirken, bizler hedef tahtasına konunca onların üzerinin örtüleceği zannedilmiş.

Gazze bombardıman altındayken, Filistin’in, Kudüs’ün yüzü suyu hürmetine dayanışma ve birlik mesajları vermek yerine hedefe konmamız, Ortadoğu’dan daha büyük dertlerin bunların kapısına gelip dayandığını göstermekte.

'ÇARESİZLİK BACAYI SARMIŞ'

Çaresizlik o kadar bacayı sarmış ki, partilerini ve makamlarını Mescid-i Aksa konumuna oturtacak kadar işi çığırından çıkarmış bunlar.

Aksa’yı o konuma oturtanların, kendilerini, nefislerini nereye konumlandırdıklarını varın siz düşünün.

Kendi çirkinliklerinin, akıl tutulmalarının, kirli ilişkiler ağının gizlenmesi adına sizin itikatlarınızın götürülmek istendiği yeri görün artık değerli kardeşlerim.

Kendileri artık o fütursuz açıklamaları ancak aracılar vasıtasıyla yapabilirler.

Bizim gibi Mescid-i Aksa’yı korumak ve ihya etmek için hayatını ortaya koymuş insanların gözlerinin içine bakarak yapamazlar. Çünkü bizim kim olduğumuzu, o davanın nasıl bir neferi olduğumuzu iyi bilirler.

Ayrıca onlar damat bakanın İsrail ile normalleşme sürecinde devlet kayıtlarına geçmeyecek şekilde yürüttüğü temaslarda Filistinlilerin  ve Mavi Marmara şehitlerinin haklarını ikinci plana atarak şahsi ve zümrevi çıkarlarını ve uluslararası imajlarını önceleyen ne tür pazarlıklar yapıldığını da bilirler.

Bizi haksız ithamlarla bayram günü suçlamadan önce bu görüşmelerde ve daha sonra Trump döneminde Trump’ın damadı ile yürütülen damatlar diplomasisinde neler görüşüldüğünü açıklasınlar.

Biz ayrıldıktan sonra doğrudan Mescidi Aksa’nın İslami ve tarihi kimliğini korumak amacıyla yapılan yardımların niçin kesildiğinin hesabını bir versinler.

Mescid-i Aksa’nın mübarek taşları da, Kudüs’ün aziz toprağı da, Filistinli mazlumların derin vicdanı da bizim onlar için neler yapmış olduğumuza da şahittir. Kimlerin bizden sonra onları terk ettiğine ve sadece bir siyaset malzemesi olarak kullandıklarına da şahittir.

'İHANETİN HESABINI TÜM TÜRKİYE'YE VERMELİ'

Öte yandan sayın Cumhurbaşkanı ima ettiği siyasi etiğe uygun düşmeyen ilişkilerde olmadığımızı kendisi çok iyi bilir. Ki kamuoyu da Cumartesi günü yaptığımız açıklamalardan gerçeğin ne olduğunu öğrendi.

Ama kendileri, ülkenin %49.5 halk desteğiyle seçim kazanmış başarılı bir başbakanına, üstelik yurt dışında iken, arkadan kumpas kurmak suretiyle nasıl ihanet edileceğini uygulamalı siyaset dersi olarak bütün Türkiye’ye öğretmiştir. Asıl kendisi çıkıp bu ihanetin hesabını bütün Türkiye’ye vermelidir.

Nitekim biz olsak asla gerçekleşmeyecek ama bugün memleketi sarmış olan bütün yozlaşmaların start noktası orasıdır.  Asıl siyasi ikiyüzlülük de budur.

Mübarek bayram sabahında ülkemizi siyaset-devlet-mafya ilişkilerine dair yalan rüzgarları eşliğinde çirkin polemiklerle uyandıranlar utansın.

Bir tarafta İsrail'in Mecid-i Aksa ve Kudüs'e yönelik barbarca saldırılarıyla yaralanan kalbimiz diğer taraftan bitip tükenmeyen devlet-mafya-medya ağı cephesinden sızan kirli-çirkin ve karanlık itiraf ve ifşalarla adalet ve hukuk değerlerimiz yaralanıyor, çiğneniyor.

Bu durumdan utanması gerekenler pişkinliklerini orta yere sererken, onların yerine milletimiz adına bizler hicap duymaktayız.

'MUHATAP KENDİLERİ'

İçişleri Bakanlığı makamında oturan birinin, kendi ifadesiyle bir suç örgütü liderinin iddialarına yönelik sözde savunmalarına, cevap adı altındaki hedef saptırmalarına, sapla samanı birbirine katıp gerçekleştirdiği iftiralarına hep birlikte şahit olduk.

Şimdi soruyoruz kendilerine;

İddialar karşısında günlerce susup mübarek Ramazan Bayramı konuşmak zorunda kalmak hangi endişenin ürünüdür?

Kudüs ve Gazze İşgalci rejim tarafından saldırılar altında iken, mübarek bayram günü memlekete huzur ve güven verecek, iç dayanışmayı sağlayacak ve İslam dünyasına moral olacak açıklamalar yapmak yerine, çete liderinin ithamlarına cevap vermesi aklının nerede kaldığını göstermektedir. Kişi kendinden bilirmiş.

Mitinglerde şov yapmasına izin vermek, iktidarı eleştirenlere karşı tehditler savururken sus pus olmak ve destek vermek, hakkında soruşturma yapıldığı günlerde dahi kendisine koruma polisi tashih etmek, bu koruma polislerinin kendisiyle birlikte yurtdışına gitmesine göz yummak, ayran içip ayrı düşünce de hedef saptırıp muhalefeti suçlamak, tam da bu kara düzen sistemin memuruna yakışır bir tavır olmuştur.

Muhatap kendileri iken, muhalefetten çete liderine abi, abla, hoca tayin etmek ne tür bir aklın, hangi seviyede bir sıkışmışlığın ürünüdür?

'ZARRAB OLAYINDA AYNI UYARILARI YAPTIK'

Hukuk devleti kara düzene teslim olmuş, kurallar ve kurumlar tarumar edilmişken, 'Kokain baronlarının kim?' olduğu merak edileceği yerde dedikodu, iftira ve hedef saptırmanın adı siyaset olmuştur.

Elleri arkada türbe ziyareti yapanlar tv şovlarının konusu olurken, nasıl olup da 5 ton kokainin hesabı sorulmaz, yandaş tek bir haber kanalı bununla ilgili haber yapmaz.

Bakın buradan uyarıyoruz. Bu uyuşturucu trafiği konusu eğer ciddi biçimde soruşturulmaz ve sorumlular Türkiye’de yargılanmazsa, tıpkı Rıza Zerrab olayında olduğu gibi ülkemizi uluslararası arenada ciddi sıkıntılara sokacak; aleyhte gelişmelerin ileride dağ gibi önümüze yığılmasına sebebiyet verilecektir.

Zerrab olayı baş gösterdiğinde aynı uyarıları yapmış, sorumluların bizim ellerimizle, burada, ülkemizde, bizim mahkemelerimizde yargılanması gerektiğini salık vermiştik ama maalesef sözümüzü dinletememiştik. 

Biz tam bir öngörüyle bu uyarıları yaparken sayın cumhurbaşkanı Rıza Zarrabı hayırsever olarak ilan ediyordu. Ne oldu?

Rıza Zarrab sadece vatandaşı olduğu aziz ülkemize değil Cumhurbaşkanına da ihanet etti. İşte gelişmeleri hep birlikte izliyoruz. 

'HAK ETMEDİĞİMİZ BEDELİ ÖDEMEYE ZORLANIYORUZ'

Ülkemiz üzerinde nasıl Demokles kılıcı gibi sallandırıldığına, şantaj malzemeleri haline getirildiğine ibretle şahitlik ediyoruz. Ülkemizi ilgisiz bambaşka meselelerde rehin tutma gayretlerini, dış ilişkilerde tavizlere zorlanma çabalarını, haklı olduğu konularda bile elini güçsüz kılma taktiklerini, millet olarak ibretle müşahede ediyoruz.

Peki neden? Kim, kimler için?

Bir avuç menfaatperest, elde ettikleri rantı kendi aralarında dönüp dolaştıran dar bir klik için 85 milyon olarak haketmediğimiz bir bedeli ödemeye zorlanıyoruz. Şimdi aynı hatalar burada yapılmamalıdır. 

'Biz zaten uyuşturucuyla mücadele ediyoruz' diyerek 5 ton gibi devasa oranda uyuşturucunun Türkiye ayağı örtülmeye çalışılmamalıdır. Bu trafiğin içinde kimler varsa Türkiye Cumhuriyeti savcılarınca, Türk devletinin mahkemelerinde yargılanmalı ve ülkemizin adı da temize çıkarılmalıdır. 

Hiç kimsenin makamı ve çıkarı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Türk yargısının itibarından daha ali değildir.

Şimdi şikayet ettiğiniz ve ithamlarla üzerini örtmeye çalıştıklarına şahit olduğunuz bu kara düzenin başlangıcı, hukukun, kurallar ve teamullerin ayaklar altına alındığı dönemdir.

Mafya-devlet-medya denkleminden üreyen kirli-şaibeli ilişkilerin adeta şahlanışa geçtiği şu döneme nasıl geldik? 

'HER ŞEY ÜLKENİN BAŞBAKANINA SİSTEM İÇİ DARBE YAPMAKLA BAŞLADI'

İktidar partisine gönül vermiş kardeşlerim. Bu kokuşmuş düzenin köşe taşlarının nasıl dizildiğini bir kez daha hatırlatayım sizlere.

En güçlü halk desteğine sahip olduğumuz bir dönemde ülkenin Başbakanına sistem içi darbe yapıp görevden el çektirmek üzere tertiplenen karanlık tezgahla başladı her şey.

O gün bu tezgahı ortak olarak kuranlar bugün birbirleriyle çıkar savaşı içindeler. Bilsinler ki hiç biri payidar olamayacak; alçak yöntemler yüksek idealler karşısında çökmeye mahkumdur.

Şimdi o tezgaha gelen tüm kadrolar ise pişman ama yaptıkları tercihlerin de bedellerini ödemekle meşguller.

Yazık çok yazık. Sadece kendilerine gönül vermişlerin değil, 85 milyonun da vebalini yüklendiler maalesef.

'İKTİDAR İDDİALARA CEVAP VERMELİDİR'
 
Adalet ve hukuku yargı sopası ve medya operasyonlarıyla bypass etmeleri yetmiyormuş gibi, nice masum insanı terörle itham ederken, çetelerin önünü açmakla iştigal ettiler. Hiçbir hukuki-kanuni dayanağı olmayan, hiçbir meşru teamüle dayanmayan, bilakis keyfiliğini devlet içinde çeteleşme ve tasfiyecilikten alan, siyaset ve medyaya da egemen kılınan bu dönem daha çok büyük rezaletlerin ifşa olmasına gebedir. Bu iktidar itham, iftira ve karalamaları bir yana bırakıp iddialara cevap vermelidir. Gerekli soruşturmaları açıp bu sürecin Susurluk’tan beter bir hale bürünmesine engel olmalıdır. Suçun ve suçlunun kişisel kompleks ve iç hesaplaşmalara göre değil, hukuk devleti ilkelerine uygun şekilde gerçekleşmesi için yargının bağımsız hareket etmesine izin vermelidir.

Eğer bütün bunları yapacak kadar eli temiz değilse, bu süreçleri yönetmeye cesaret gösterenlerin de sesleri kısılacaksa yapılması gereken şey istifa etmektir.

Bizim açımızdan önemsiz bir ayrıntı olmakla beraber, belki zihni karışabilecek olanlar olur kabilinde, bizi çete liderlerinin hocası ilan etme ithamına da bir iki cümleyle açıklık getirmekte fayda var.

Bugüne dek herhangi bir makamda görev alırken hiçbir çete mensubuyla, bu iktidarın eli kirli odakları gibi ilişkiye girecek bir derdimiz, beklentimiz, rant hevesimiz, gizli işlerimiz, örtülmesini arzu ettiğimiz bir geçmişimiz olmadı çok şükür.

Dileyen Bakanlık ve Başbakanlık arşivlerine bakar ve hükmünü verir.

Bugün güç zehirlenmesi yaşayan gafiller bu siyasi ahlak dersini anlayamadıkları için geçmişte 'hocam' diyerek ihtiram gösterdikleri bendenize şimdi bayramda selam vermekten bile korkar hale gelmiş olabilirler. Bayram günü ona hakaret etmeye cüret eden nezaket yoksunları da çıkabilir.

Bu mübarek günde bizim niyazımız ise bu siyasi ahlak dersinin gelecek nesillerce doğru anlaşılması ve bu 'hoca' unvanının o nesillerin yüreğinde ve vicdanında yer etmesidir.

Bu konularda esas konuşması gereken devletin başı olan sayın Cumhurbaşkanı çıkıp açıklama yapacağı yerde, Mescid-i Aksa’yı bile alet ettiği bir cüretle bizlere iftira atmakla iştigal etti.

Şimdi bunların büyük cürümlerinin, yolsuzluk galerilerinin ülkeyi getirdiği noktaya bakar mısınız değerli kardeşlerim.

'İLLEGAL BİR EKONOMİ-POLİTİK OLUŞTU'

Uluslararası alanda ülkeyi, sadece Halkbank gibi süreçler üzerinden, sadece Zerrab gibi eski ortaklar üzerinden cendereye aldırmıyorlar; geçmişte sırtını sıvazladıkları, kapılarını aşındırdıkları, sırdaş kıldıkları çete liderlerinin karşılıklı ifşaat ve açıklamaları üzerinden, devletin ve milletin boynuna ilmek geçirilmesini ancak karşıdan seyredebiliyorlar.

Çünkü bu iktidarın son 5 yılında gittikçe pastası büyüyen illegal bir ekonomi-politik oluştu. Çünkü şimdi o aktörler birbirine giriyor. Çünkü uzun bir iktidar döneminin sonuna yaklaşıldığı böylesi zamanlarda herkes kendisini garanti altına almak ve tehditlerden uzak tutulmak için dosyalar biriktirir. Herkes birbirinin suç galerilerini kendi arşivlerinde saklar. Çünkü ranttan pay alamadıklarını ve zarar göreceklerini düşünenler, batan geminin mallarına daha büyük bir iştahla çökmek isterler.

Kemal Tahir’in Kurt Kanunu okursanız, savaş şartlarında insanların nasıl rant peşinde koştuklarını iyi kavrarsınız.

Ve işte o yüzden Yalıkavak ile İkizdere’nin bir farkı yoktur!

O yüzden mızrak çuvala sığmaz ve sırtını kirli statükoya dayadığını düşünen birileri çıkıp itirafın daniskasını ortaya koyar. Der ki 'Ben olmasaydım Mafya çökecekti.'

Sırtlarını dayadıkları statükoya o kadar güvenirler ki; Mafyaların varlığını bile itiraf ederler. Mafyaların cirit attığını dünya aleme ilan ederler. Düzenin bir mafya düzeni olduğunu gizleyemez hale gelirler.

'BU MEŞRUİYETİN ÇÖKÜŞÜDÜR'

İşte o yüzden, 2007 yılında 367 krizinin mimarları olan eski ve yeni içişleri bakanları milletin gözünün içine baka baka çelişkileri itiraf ederler. Bu aynı zamanda meşruiyetin çöküşüdür değerli kardeşlerim.

Siyasi ve Hukuki meşruiyet işte bu yüzden en önemli iki değerdir. Olanı biteni buradan da tartabilirsiniz.

Biraz üzerlerine gittiğinizde, işte bu yüzden gidip İdlib gibi bölgelerde kahramanca görevlerini ifa etmeye çalışanların arkasına saklanır; onların meşruiyetine sığınmaya çalışır, fotoğraflar verip milleti kandırmaya çalışırlar.

Neden bizim hem Başbakanlıktan alaşağı edilmemizden evvel, hem partimiz kurulduğunda, hem de bundan kısa süre evvel 'Temiz Siyaset Belgesi' açıkladığımızı anladınız mı şimdi?

Neden bugün çıkıp “Temiz Siyaset Devrimi”nin başlatılması gerektiğini; gelişmelerin Susurluk gibi üzerinin örtülmesine izin vermek istemediğimizi daha iyi kavrayabildiniz mi? 

90’larda kendilerine devlet diyenlerin, ellerini kollarını İsrail gibi kirli odaklara kaptırıp açık-örtük darbelerle iştigal ettikleri dönemlere ne kadar benzer hale geldik.

'Susurluk-darbe-ekonomik-sosyal kriz-deprem' döngüsünde olduğu gibi, salgın krizi-ekonomik kriz derken daha da derinleşerek girdabını büyütecek olan bir devlet kriziyle de karşı karşıyayız artık. 

Yalıkavak’tan İkizdere’ye kadar adeta tek devlet-tek şirket görüntüsü çıplak şekilde önümüzde arz-ı endam ediyor.

'ÜLKEYİ GETİRDİKLERİ YERE BAKIN'

2000’lerde vesayet sistemi lehine meclisten çekilen bir şahsın, 90’ların kirli odaklarıyla boy fotoğrafları verdikleri bir vasata ne ara ulaştı bu memleket?

90’larda nasıl bir rol ifa ettiği belli olan, Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu’ya 'o tuğlayı çekersek bütün bir duvar çöker' diyen bir şahsiyetin, eski bir İçişleri Bakanı’nın, yüksek döviz geliri getiren bir yere çökmesini sorgulamak için bir çete reisinin konuşması mı gerekiyordu?

İçişleri Bakanı kendisine gönül koymuş. Kendisinden dil sürçmesini geri almasını bekliyormuş. Ülkeyi getirdikleri yere bakın. Milletle alay ediyor bunlar.

Sen daha önce bu Marina için şeffaf bir ihale açılmış mı, kanun, yönetmelik işlemiş mi diye hesap sormuş muydun? 

Bu kadar kolay mıdır bu işler? Bu nasıl bir devlet anlayışıdır? Bu resmen bir devlet-mafya-şirket kaynaşması değil de nedir?

Ortada kanun, kurum ve kurallarıyla işleyen bir aygıt mı var yoksa tıpkı 90’larda olduğu gibi, mafyatik yapılarla, büyüttükleri şirketlerle vekalet ilişkisine girişmiş, tabelasında da 'derin devlet' yazan bir mekanizma mı?

Siz kimi kandırıyorsunuz? Halkın bir bölümünü belki ama bu devlette yıllarca bakanlık ve başbakanlık yapmış insanları da mı kandıracağınızı zannediyorsunuz? 

'SORUMLULARIN İSTİFA ETMESİ GEREKİR'

Çok yakın geçmişte meydanlarda konuşturduğunuz, muhalefete tehditler savururken karşıdan izlediğiniz, akrabalarınız için yardım dilendiğiniz iddia edilen bu adamın şimdi size karşı konuşması sizden başkasını şaşırtmıyor.

Adama cevap yetiştirmeye çalışırken, sizin bu kirli çarkınızla hiç ilgisi olmayan muhalefete saldırarak gerçekleri örtmeye çalışmanız da hiç kimseyi şaşırtmıyor.

İçeriden infaz yasasıyla dışarı çıkarttığınız adamların sizlere kalkan olması, kendini devletin yerine koyup 'bağırsakların temizlenmesi' çağrısı da yapması kimseyi şaşırtmıyor artık. Bu görüntüleri bile örtemez hale gelmeniz, sizin karanlık ilişkileri bile gizlemeye artık gücünüzün yetmediğini ortaya koyuyor bütün bu gerçekler.

Geçtik yargıyı, hukuku, kurumları, bunlar arasındaki boşlukları ve o boşluğun yarattığı yönetememe krizini orta yere seriyor. Artık meselemiz sizin gaflarınız ya da kötü yönetiminiz değil. 

Kendi hakikatlerinizden bile koptuğunuzu, daha iyisini yapma niyetinden de uzaklaştığınızı, büyüyen bir çığ gibi yuvarlanmakta olduğunuzu, ülkeyi de ürettiğiniz bataklığa gömmekte olduğunuzu göstermekte bu gerçekler.   

Ve bu girdabın içinde bizler, gerçekleri devlet ricalinden değil, önüne gelene devlet adına racon kesenlerden öğreniyoruz.

'Bağırsak temizliği' yapılması gerektiğini, çıkar çatışmalarının getirdiği itiraflar sayesinde öğreniyoruz.

Bu durumu ancak bir 'Temiz Eller Operasyonu' sözde değil gerçek bir 'Temiz Siyaset' çıkışı temizler.

Bugün her zamankinden daha çok gerçek bir 'Temiz Siyaset Devrimi’ne ihtiyacımız var.

Öncelikle başta İçişleri Bakanı olmak üzere, sorumluların istifa etmesi gerekir. Ülkenin kanalizasyon borularını tıkamış olan bu foseptiğin logar kapağı kaldırılmalıdır. Eğer bu hükümet bunu beceremeyecekse, toptan istifa etmeli, şeffaflık temelinde temiz siyaseti kimin inşa edeceğine önüne konacak sandık aracılığıyla halk karar vermelidir.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar
YORUMLAR (38)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
38 Yorum
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN