“Çok şükür buluşabildiğimiz denemeci dostum, kendi küçük bahçesini çapalayan bahçıvan Ömer Faruk’a, muhabbetle...” Böyle imzalamıştı kitabını, karşılıklı kahve içtiğimiz ve edebiyattan, illa edebiyattan, hep edebiyattan bahsettiğimiz o öğleden sonra; kışa girmeden bir güz günü, Fatih’te.
ÖMER FARUK
Orçun’la aynı yaştayız (39/40) Bizim kuşak da (80’liler) ağırlıkla öyküye, romana ve şiire yönelmişken, ‘denemede’ ısrar eden ‘birkaç kişiyiz’ belki Orçun’la. (Ve yeri gelmişken Onur Çalı’nın da adını zikretmeli...)
Hayır, ‘kurmacanın yanı sıra’ denemeler de kaleme alan yazarları değil... ‘Denemeyi’ önemseyen, ‘deneme türünde’ bir dil, bir üslup inşa etmeye çalışan, yalnız bugünün değil, ‘geleceğin okuru’ için de yazan, bu kaygıyla fazlaca, belki gereğinden de fazla ‘klasikleri’ önceleyen, ‘klasikleşmenin’ imkanlarını arayan, yoklayan, zorlayan bir ‘duyarlılığı’ kast ediyorum. Çünkü Orçun, Nermi Uygur’dan el aldığını söylüyor, Ataç’ı, Enis Batur’u referans veriyordu sıklıkla, ‘benim ustalarımsa’ bir parça Cemil Meriç’ti, bir parça Hilmi Yavuz.
Uzun telefon konuşmalarımızın birisinde sormuştum kederlenerek: “Ne anlamı var yazdıklarımızın? Ne kalacak senden, benden, bizden geriye?” Çünkü deneme ‘köksüzdür’ edebiyatımızda. Yetimdir biraz. (Koskoca Vedat Günyol’un, evet, yalnız denemeciliği ile değil, dergiciliğiyle de bilinen, ‘kültür adamı’ kimliği hepsinden baskın Vedat Günyol’un kitapları ‘bulunamıyordu’ yıllardır. Ancak geçenlerde tekrar basılmaya başlandı ki ona da başka bir fasıl değinmeli...)
Evet, bir şiirin bir romanın gördüğü ‘saygıyı ve ilgiyi’ görmez deneme hem okurun hem yayıncının gözünde. İnsanın ‘çırılçıplak kendinden’ söz etmesi pek yakışık almıyor sanırım hala buralarda; bir kurmacanın ardına saklamalı kendisini yazar. Bir miktar ‘yalan’ söylemeli. Deneme bir “ben ülkesi” oysa, Ataç’ın dediği. Orada ‘yalana’ yani kurmacaya yer yok. Her şey sade ve basit. Açık. Yazar orada ‘bütünüyle’ okurun karşısında: “Azıcık dikkat edin, denemecinin konuşma tutumunu görürsünüz hemen: hep ben diye konuşur o. Kendinden söz etmeyi sever, konu ne olursa olsun, kendine özgü bir açısı vardır, böyle bir açıdan yoksun olan, çok şey olabilir ama denemeci olamaz. Kayadan, balıktan, kediden, masadan da söz etse kendine özgü bir bakışla yapar bunu. Yaşantı insanıdır denemeci.” (Nermi Uygur)
Biraz da bu beklentiyle okudum Orçun Üçer’in ilk kitabını. ‘Denemeden Bilemezsin’ 2023’de Ötüken’den çıkmıştı. “Saframı attığım kitap” demişti kısacık önsözde: “Yıllar tutan okumalarımın, yaşamımın özeti.” Bakmayın “yaşamımın özeti” dediğine. Doğan Hızlan’ın sunuşa attığı isabetli başlıkta buyurduğu gibi, “kitaplar arasında dolanan” birisi o. Yaşamaktan çok okuyan, okuyarak var olan, okuyarak yaşayan... ‘Fragmanlar-1’ yan başlıklı kitabında Orçun yok. ‘Orçun’un ülkesinde’ kendisi gözükmüyor ortalarda. Yazar muzipçe çekiliyor aradan. Daha çok, hayır daha çok değil, hep kitaplar ve okumaları... Zekice yazılmış kelime oyunları, karşılaştırmalar, titizlikle not edilmiş alıntılar... Dilin eğilip bükülerek sınırlarının zorlanması: “2: Huzurevlerini ziyaret edip, yaşlılara Ölmeye Yatmak ya da Döşeğimde Ölürken romanlarını armağan etmek. / 5: Kalemi (y)azıya almak. / 595: Marcel Proust, Fransa’nın Abdülhak Şinasi Hisar’ı.” Yazar ‘hazırlanıp gelmiş bir okur’ bekliyor karşısında. İroniden ve ‘humour’dan anlayan. Belli bir düzeyin ‘üzerine’ sesleniyor çünkü hiç kibre kapılmadan. Ve ‘çok okumuş’ birisi izlenimi veriyor her şeyden önce.
İyi bir şair olabilmenin şartı iyi bir ‘şiir’ okuru, iyi bir öykücü olabilmenin şartı iyi bir ‘öykü’ okuru, iyi bir romancı olabilmenin şartı ise iyi bir ‘roman’ okuru olmaktan geçiyorsa, ya da yeterliyken bu kadarı diyelim, iyi bir deneme yazarı olabilmenin ön koşulu iyi bir ‘deneme’ okuru olmaktan öte ‘iyi bir okur’ olabilmektir. Şiiri de romanı da felsefeyi de tarihi de teolojiyi de insana dair ne varsa yazılmış, hepsini kuşatan keskin bir kavrayış. Montaigne olmak Balzac olmaktan daha yorucu özetle. Nermi Uygur olmak Yaşar Kemal olmaktan...
Sevgili Orçun’u tebrik ediyor, yeni ‘telif kitaplar’ bekliyorum; evvela bir ‘okur’ sonra bir ‘dost’ olarak. Kendini ortaya koyan, dönüp dolaşıp yine kendine varan, ‘gündelik yaşantısına’ ve ‘okumalarına’ uzanan yeni ‘Fragmanlar’... Denemenin büyüsü burada çünkü: ‘kendinden bahsediyormuş’ gibi gözükürken aslında başkalarına ‘ayna’ tutmak... İnsanlığın bütün hallerini kendinde görmek/göstermek ve kuşanmak.