“Taraftarlık” körleşmesi
Deprem, evet, siyasi görüş farklılığına bakmaksızın herkesten can aldı. Candan öte, yıkım, herkesin hayatında bazı alanları yıktı.
Deprem şehirlerinde “Ben hiç etkilenmedim” diyene rastlanacağını sanmıyorum.
O zaman, deprem konusunda yapılamayanlara, kusurlara, yeniden ayağa kalkma noktasındaki iddialara olabildiğince siyasetten arınmış gözle bakmak beklenir. O zaman sebepler doğru tartışılır, ayağa kalkış imkanları doğru değerlendirilir.
Öyle yaklaşılıyor mu?
Tabii ki hayır.
Deprem öncesi siyasi kamplaşma, depremin ardından da farklı boyutlarda devreye giriyor.
Sanki herkes, bu büyük yıkımın, yakında yapılması beklenen seçimleri nasıl etkileyeceği sorusuna siperlenmiş durumda. Ya da, siyasi kadrolar toplumu, deprem ikliminden alıp, yeniden “kamp ama bu defa siyasi kamp” hayatına kenetleme çabasında.
İktidar, belli ki, depreme geliş sürecinde “veballer” bulunduğunu, onun da bedel ödeteceğini biliyor.
Öyleyse en azından deprem öncesinde kendi kampında yer alanları korumak üzere kimi malzemeler üretmek gayretinde.
Tabii önemli olan, iktidarın bunları üretmesi değil, bunu deprem kıskacında can alıp can veren insanlara intikal ettirmekte. Bunu iletişim stratejisi, daha açıkçası propaganda gerçekleştirir. İnsanlar bu propaganda malzemelerini alsın, yaşadığı zorlukları onun içinde yorumlasın ve kamptan kopmasın.
Oysa bu tür büyük felaketlerde ülke için ders almak önemli. Dersi de öncelikle, sorumlu kadrolar alacak ki, bir başka döngüde ülke aynı felaketlerle yüz yüze gelmesin ya da yüz yüze gelmek mukadderse, daha az zayiat verilsin.
Dersi halk verir. Halk sorumlulara der ki “Sizi bu tür problemleri göresiniz, karşı tedbirler alasınız ve insanları ve ülkeyi koruyasınız diye seçtik. Niye yapmadınız? Daha iyi hizmet verilemez miydi?”
Böyle bir halk, yönetimleri silkeler ve kendine getirir. Deprem bölgesinden iktidarı silkeleyen sesler yükselseydi, hem mevcut iktidara hem gelecekte ülke sorumluluğunu üstlenecek olanlara “ibret” olurdu. Her propagandayı, mazereti yiyen, özümseyen kitleler yerine, sorgulayan bir halk, her zaman ülkenin sağlıklı yönetimi için garantidir.
Halen deprem bölgesini gezmekte olan Cumhur İttifakı liderleri, “Bizi unuttunuz, canlarımız enkaz altında kaldı, soğukta dondu, neredesiniz?” gibi sorgulayan seslerle karşılaştıklarında mı ayaklarını denk alırlar, yoksa “Padişahım çok yaşa” seslerine muhatap olduklarında mı?
Herkes emin olsun ki, iktidarı sorgulayabilen bir “Taban” bulunması, bizatihi o “Taban” için bile hayırdır. Hatta iktidar için de hayırdır. İktidarlar, övüle övüle doğru yönde gitmezler, aksine eleştirile eleştirile doğru hareket ederler. Çünkü ancak öyle ayaklarını denk alırlar. “Seni kılıçlarımızla düzeltiriz” gibi bir ikaza muhatap olan Halife Ömer’in yanlış yapma lüksü var mıdır? Ama gel de sen “Seni oylarımızla düzeltiriz” diyen bir halkı bul.
Meselenin diğer boyutu, mevcut iktidarı eleştirip, ülkeyi yönetmeye talip olan siyasi kadrolarla ilgilidir. Orada oluşan “kamp ruhu” da, bir başka sorun potansiyeli taşır. Ülkedeki kamplaşma o kadar derinleşir ki, mevcut yönetim kadrolarına olan öfke her şeyin önüne geçer, onlardan bir an önce kurtulma duygusu, yönetime talip olan kadroların yeteneğini, insicamını, birikimini, iktidar olunması halinde yapılması vadedilenlerin niteliğini sorgulamayı akla getirmez, var olan problemleri gündeme getirmekten kaçınır, üstünü örter. “Yeter ki ülkeyi bu hale getirenler gitsin” söylemi en öne geçsin istenir.
Şu anda muhalefet, böyle bir zeminde yürüyor, iktidardan bıkan toplum kesimleri de, muhalefetin sadece iktidarı silkeleyen boyutlarını görüyor. Bunlar, siyaset zemininde olağan şeyler. Deprem, biraz da bu zemine el koydu ve herkesi kendi atmosferine aldı.
Ama nihayetinde siyaset, ülke yönetimine talip olmak demektir ve iktidar o alanda sınanıyor ise, muhalefet de yine o alanda sınanacaktır. O yüzden hem muhalefetin kendi kendisine “Bu ülke sorumluluğunu taşıma kapasitesi” boyutuyla bakması hem de halkın, öncelikle de taraftarların bu potansiyelin var olup olmadığını sorgulaması gerekir.
Depremlerin bu kadar yıkıcı olmasında “kötü yönetimler”in etkisi varsa, oylarıyla iktidarı ve muhalefeti belirleyecek olanların da, en azından kaybettikleri canlar – varlıklar hürmetine, halen sorumlu olanlara ve yarın sorumluluğa talip olanlara “Diyeceklerini demeleri” gerekir.
Giden canlar üzerine bir bardak soğuk su içme anlamına gelen davranışlar her ülke için problemdir. “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” Demokrasi aslında budur. Yanlışı yapana onay veren, o yanlışa ortaktır, doğru yöneteceği vadinde bulunanı önceden sorgulamayan, muhtemel yanlışa kapı aralıyor demektir.
Evet, durum budur.