Var mı bir bahar ümidi yoksullar için?
Rivayet o ya, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, 2026 sonunda Türkiye’de fert başına düşen milli gelir 17 bin 748 dolara ulaşacağını bildirmiş ya… “Yüksek gelir grubuna mensup ülkeler arasına girecekmişiz.”
İnsanlar bir bu söze, bir de dört kişilik hanelerine tek asgari ücret ya da en düşük emekli maaşından başka bir şey girmediğine bakıp “Bu dolarlar bir yerde olmalı, koskoca devlet adamı yalan söyleyecek değil ya, peki nerde bu dolarlar?” diye soruyor ya…
Sanki şöyle bir inanç geliştirmemiz isteniyor: Komşuda pişer bize de düşer…
Yani ülkede birileri çok çok çok zengin ise, onun yanında yöresinde duranlara da serpintisi olur o zenginliğin… Gökdelenlerden hemen dibindeki gecekondulara da bir şeyler akar…
Diyeceksiniz ki olmuyor be birader. Yuttu gökdelenler o on yıl önceki gecekonduları…
On yıllardan beri böyle bu gelir adaletsizliği bu memlekette…
Son birkaç on yıl içinde ise uçurumlara dönüştü. “Servet transferi” kondu adı yürütülen politikaların. Yani şu demek ki, fukaradan alındı, zengine verildi. Sistem öyle aktı yani. Bilinçli bilinçsiz… Sürekli tornistan edilen politikalarla oluştu bu çarpık mecra…
“Umut fakirin ekmeği” denmiş.
Umut var mı yakın gelecekte halen gelirleri açlık sınırının altında kalanlar için?
Asgari ücret rakamları konuşuluyor… Emekli maaşlarına yapılacak zam oranı konuşuluyor…
Milyonlarca insandan söz ediyoruz. 16 milyon emekli… Çalışan nüfusun yüzde 45’i asgari ücretli. Onların ailelerini düşünün… Devlet yardımı ile geçinen muhtaçları düşünün… 4-5 milyon aile söz konusu..
Ne deniyor: Yoksulluğun yönetilmesi deniyor.
Hatta yoksulluğun yönetilmesi ile seçim kazanma hesapları arasında irtibat kuruluyor.
Nasıl uyku girer gözüne bir devlet yöneticisinin?
“Çocuk yoksulluğu” diye bir gündem var. Yok mu?
Şu sıraladığımız milyonlarca insanın çocukları var.
Anne – babaların “Görüyor, istiyor” diye göz yaşlarını içlerine akıtmalarına yol açan yakınmaları… Evet çocuk görüyor istiyor, okulda arkadaşlarından görüyor, istiyor, markette görüyor istiyor, sokakta görüyor istiyor.
Anne ne yapsın, baba ne yapsın?
Açlık – yoksulluk duygusu ile büyüyen çocuklar. Bunun psikolojik yansımalarını not ediyor bilim insanları.
Protein eksikliği ile büyüyen, zihinsel gelişmeleri olumsuz etkilenen çocuklar…
Hani diyoruz ya, daha az çocuk dünyaya getiriyor aileler, dünyaya gelenlere verebildiklerimiz de ekmek üzeri salçadan, makarnadan ibaret…
Aş yerine taş kaynatılan sıvasız, sobasız evlerden kimin haberi olur bu ülkede?
Hangi takvimde bir işsiz iş bulma ümidine, bir asgari ücretli evini geçindirebilecek ücrete, bir emekli emeklilik yıllarında huzur soluyacağı bir gelire kavuşur bu memlekette?
Hani istiyor insan, bu ülkeyi yönetenlerden samimi bir gelecek okuması? Denilsin ki “Üç vakit dişinizi sıkın, çoluk çocuk dayanalım, sonrası bahardır.”
Var mı bir bahar ümidi ülkeyi yönetenlerde? Kaç vakitte ne olacak?
2026 …. 2027… 2028… Hangi bahar, bahar gelecek bu ülkeye?
Diyor ya insanlar, “Ülkeyi yönetenler gelsinler bir ay bizim gibi yaşasın, bizim aile bütçemizle geçinsinler…” Kredi kartı borcunun nasıl ödeneceğini, çocuk istediğinde ne söyleneceğini görsünler…
O sözler sokakta kalıyor, ya da insanların yüreğine öfke olup çöküyor.
Ülkeyi yönetenler farkında mı bilinmez, umudun tüketildiği zamanlar yaşanıyor. “Şunu yaptık, bunu yaptık” türü, promptırdan okunan yüksek tonlu beyanlar sadece buruk tebessümlere konu oluyor. “Anlıyoruz” türü sözler inandırıcı gelmiyor, “Hayır anlamıyorsunuz, anlasanız ağlardınız” diye karşılık buluyor.
Dolaşın bir emekliler parkını, kulak verin o insanlara… Bir asgari ücretlinin kapısını çalın, çocuklarını dinleyin, bir işsiz gencin isyanını anlayın… İş arayan emeklinin içindeki yıkımı görün… Düşünüyorum da bir tv kanalı sadece bu sessiz çığlığa mikrofon uzatarak yayın yapsa en yerli ve milli sesi yansıtmış olur… Tabii yolu cezaevine düşmezse…
Silivri’ye 3 bin kişilik mahkeme salonu yapılıyormuş…
