Yarınları kim kurabilir?
Seçim 14 Mayıs, bilemedin 18 Haziran’da yapılacak. İktidarın ilk anladığı şey, deprem sebebiyle seçimleri ertelemenin mümkün olmadığı. Çünkü muhalefet böyle bir anayasa değişikliğine destek vermeyecek.
Seçim ertelenmeyeceğine göre Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın depremzedelere “Evlerinizi bir yıl içinde teslim edeceğiz” demesinin somut gerçeklikle bir alakası var mı?
Yani Haziran’da seçimi kaybederseniz hangi bir yıl içinde evleri teslim edeceksiniz?
Bunu Tayyip Erdoğan’ın düşünmediğini mi sanıyoruz?
Tayyip Erdoğan, topluma seçimi kaybedeceğine dair en küçük bir ihtimali bile hatırlatmak istemediği için, böyle bir dil kullanıyor.
-Ben buradayım, diyor. Devlet benim, diyor.
Deprem bölgelerindeki insanların seçime “iktidar değişecek” gibi bir algıyla gitmesinin önünü kesiyor. Nerede ise “Tek alternatif” olarak sandığa gidilmesini tasarlıyor.
Deprem bölgesinde şu an en baskın psikoloji, “yarının belirsizliği”nde odaklaşıyor. Evleri yıkılanların yarını belirsiz, yakınlarını kaybedenlerin duyguları ayakta, şehirlerden ayrılanlar geri dönüp dönmeme ya da hangi takvimde geri dönebilecekleri noktasında yarınları planlamakta zorlanıyor. İşlerini, ticaretlerini ya da üretim tezgahlarını kaybedenler yeniden nasıl ayağa kalkacaklarını planlamakta zorlanıyor.
Belirsizlik yürekleri sıkıyor.
Deprem, dünyevi güçleri aşan bir vakıa. Deprem konusunda insani bir yapıya denecek bir şey yok. Ama fay hattına bina yapmaktan, şehir kurmaktan başlıyor sorumluluk. Ve deprem sırasında zamanında ve yeterli müdahale yapılması ya da yapılmamasından başlıyor. Can kurtarmaktan, kurtulanları barındırmaya, vefat edenleri defnetmeye, sonra hijyene, tuvalete kadar onlarca sorun başlığı… Çare bulunuyor, bulunmuyor, sızlanmalar oluyor vs.
Bütün bunlar, vatandaşla yöneticiler arasındaki ilişkide belli bir etkiye sahip.
Ama “yarınlar nasıl kurulacak?” ana soru bu.
Yarını belli ki “Devlet” kuracak.
Tayyip Erdoğan “Devlet benim” demeye getiriyor. Bir yerde başka tüm alternatifleri de görünmez hale getirmeye çalışıyor.
Tayyip Erdoğan’ın zihninde epeyce bir süredir “2023 seçimi” olduğunda kuşku yok. “Bir dönem daha” istiyor. Ama bunun zor olduğunu dünya âlem biliyor. Sanırım kendisi de o zorluğun farkında idi. Ekonomi müthiş zordu. Vatandaştan “Ekonomi vurgunu” yememek için nasıl “bütün tuşlara dokunduğunu” herkes görmüştü. Bizzat kendisinin en yapılmaz gördüğü (EYT gibi) şeyleri bile yapmaktan çekinmemişti. Bütün bunlara rağmen 2023 kazanılabilir miydi?
Sancı devam ederken, deprem geldi. Depremle yepyeni bir gündem geldi. Oralarda, “kasap et derdinde koyun can derdinde” dense de zihinlerin önünde veya arkasında doğan ilk sorulardan birinin “Seçim ne olacak?” sorusunun olduğunu tahmin etmek zor değil.
Tayyip Bey, deprem bölgesinin gelecek umudu ile kendisini birleştirmek istiyor, bu açık.
Tabii öte yanda muhalefet var. İktidar, AFAD’ı bir “TEKEL” haline dönüştürmek ve bölgedeki tüm yardım – kurtarma inisiyatiflerini kendi gölgesine almak gibi bir yol izledi. Buna rağmen muhalefet, liderleriyle, milletvekilleriyle, kendisinde bulunan belediye imkanlarıyla deprem bölgesinde yer aldı.
Peki, deprem öncesinde ciddi ciddi iktidar olma ihtimalinden söz edilen muhalefet, toplumun “Yarın kaygısı”na çare olabilir mi? Ya da şöyle sormalı: Toplumun aklına yarınları inşa meselesinde ilk önce muhalefet gelir mi? Ya da muhalefet, diyelim deprem öncesinde ekonomide çözüm ümidi olabilme potansiyelini burada da sağlayabilir mi?
Deprem bölgesi şehirlerinden 85 milletvekili çıktığı belirtiliyor. Ama deprem, tüm Türkiye’yi etkiliyor.
Yarınların inşası tüm Türkiye’nin meselesi.
Ayrıca kapıdaki İstanbul depremi de, mevcut depremle birlikte ülke ve siyaset gündemine girmiş bulunuyor.
Muhalefetin henüz “Başkan adayı” da belli değil. “Yarınları kim – nasıl inşa edecek?” diye sorulduğunda sanki “Güvenilir bir ses” de aranıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan son Hatay konuşmasında “Ortak akıl”dan da, “bilimin katkısı”ndan da söz etti.
Bunlar “Tek adam yönetimi”nin yumuşak karınlarıydı.
O bir yandan toplumun “Lider ihtiyacı”nı sergilerken, diğer yandan “Tek adam” zaafını aşma çabasında. Muhalefet ise, “Ortak akıl”dan “Lider ihtiyacı” noktasına gelemedi. Muhalefete, “Bakalım 2 Mart buluşmasından bir şey çıkacak mı?” sorusu sorulacak bugün.
Bir de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deprem ortamına taşıdığı “Be ahlaksız, be namussuz, be adi…” gibi hangi seviyeye kondurulacağını bilemediğimiz ifadeleri var. Seçime doğru bunları da mı işiteceğiz? Ne diyeyim bilmem ki… Deprem ortamı bu değil, Türkiye bu değil ve bizim insanımız bu ifadeleri bir Cumhurbaşkanı’ndan dinlemeye mahkum olmamalı.