Filistin’in trajedisi
Kudüs, tarihi ta milattan önceki çağlara dayanan kadim bir şehir. Kimi kaynaklar Yeruşalim/ Jerusalem adı verilen bu şehrin adının ‘Ursalim’ adlı akşam yıldızı tanrısından geldiğini yazar. Yahudilerden önce bu topraklarda Kenaniler yaşıyordu, Hz. Musa Firavun’dan kaçarak Mısır’dan çıktığında Tanrı İbranilere -inançlarına göre- Kenan diyarını vaat etti. Yahudilerin Hamursuz Bayramı, Mısır’dan kaçışlarıyla ilgilidir. Hz. Davut zamanında Kudüs başkent oldu, Hz. Süleyman’ın Moriah Dağı’nda -Siyon Dağı da denir- yaptığı mabet ile kutsal bir vasıf kazandı.
Süleyman Mabedi, Babil Kralı Nebukadnezar (Buhtunnasır) tarafından Titus’tan altı asır önce yerle bir edilmiş, Ahit Sandığı bir daha bulunmamak üzere kaybolmuş, ancak tapınak sonra yeniden kurulmuştu. Romalı Titus bir daha yıktı tekrar yapılmadı…
Üç dinin de kutsal bildiği tarihi mekanlarla dolu Kudüs; peygamberler ve mucizeler şehri!.. Farklı dinlerin ve dillerin yankılandığı adeta bir Babil Kulesi! Nitekim Cenap Şehabettin de 1917’de Cemal Paşa’nın davetiyle Suriye’ye gittiğinde Kudüs’ü de gezmiş ve “Bütün Filistin’de bir tek manzara yoktur ki bir mucizeyi veya kısas-ı enbiyadan birini hatırlatmasın” (Suriye Mektupları, Çizgi Yay., 2016, s. 149) demiştir. Ama geçmişten bu yana savaş, yıkım, katliam, kan bu coğrafyadan hiç eksik olmadı. Kan, bu şehrin sanki kaderinde vardı. Nedendir bilmem, Flaubert de “Doğu Seyahati” (Çev. Z. Canan Özatalay, İletişim Yay, 2018) adlı eserinde 1849-1850’de yaptığı gezi sırasında Kudüs’ü “etrafı surlarla çevrili bir mezarlığa” (s. 237) benzetir ve “Kutsal şehirde gördüğümüz ilk şey kan” (s. 238) der. Cenap da bahsettiğimiz eserinde “Müsademe-i edyân (dinlerin çatışması) denebilir ki hiç münkatı olmadı (kesilmedi): Sinagok çan kulesine ve çan minareye daima biraz yan bakmıştır. Amalika’dan Osmanlılara kadar yüzlerce ve yüzlerce uruk-ı beşerin (insan ırkının) Filistin topraklarında din namına dökülmüş kanları vardır.” (s. 147) diyor.
Ama şurası da bir gerçek Yahudiler kaybetseler de Filistin’den hiç vazgeçmediler, her ‘Hamursuz bayramı’nda “Seneye Kudüs’te” diyerek bu arzularını dile getirdiler, meselâ Viyana’da yaşayan bir edebiyat eleştirmeni olan Siyonizmin öncülerinden Thedor Herzl, 1896’da “Yahudi Devleti” adlı kitabında “Filistin bizim asla unutmadığımız tarihi yuvamızdır” (Sebag, s. 378) diye yazdı, Makkabilerin yeniden doğmasını bekliyordu, Yahudileri Filistin’e göçe teşvik etti. Falih Rıfkı da “Zeytindağı”nda naklettiğine göre (Pozitif yay., 2016, s. 76) Cevdet Paşa, tarihinde Fransız İhtilalinin en önemli sonuçlarından birinin, Yahudilerin Kudüs-i Şerif’te bir Yahudi hükûmeti kurulması için birleşmeye davet edilmesidir, diye yazmıştır. Ondan sonra Yahudiler aralıklarla Filistin’e göç eder.
Neticede Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlıların bu coğrafyadan çekilmesiyle Yahudilere Filistin toprakları tamamen açıldı. Ama o günden bu yana Filistin’de kan oluk gibi aktı. Cenap’ın gezi yazılarında Yahudilere ilişkin şu izlenimleri dikkat çekici: “Bu cemaat ister ki herkes onların dinine hürmet etsin; fakat kendi dinlerinden başkasına vicdanlarında kendileri hürmet hissetmezler.” (s. 146)
Şimdi İsrail Devleti, Filistin’de Buhtunnasır ve Titus’un kendilerine yaptıklarını katbekat Müslümanlara yapıyor...