İslâmcı edebiyattaki o ağır anonim edâ

İslâmî duyarlığa sahip yazarların eserlerinin çoğunda, nereden kaynaklandığını bilemediğim, tabiri caizse bir “ağır abi edâsı” var; ciddi, gülümsemeyen, dalga geçmeyen, nükte yapmayan, efkârlanmayan, aşksız, figânsız, donuk bir duruş… Nükte, mizah, kendini ti’ye alma zaten yok! Çünkü “klas duruş” böyle şeylere asla prim vermez!.. Mümince, vakur ve ödünsüz “klas duruş”a laf mı söylüyorum? Hayır, buna kim, ne diyebilir? Benim kastettiğim sürekli “hazır ol” duruşu, bu sebeple edebî eserlerde hayat ve insanların yapay ve sadece bir “ideolojik kurgu” olarak kalması. Biraz abartarak ve muziplik olsun diye söyleyeyim: Hayatı ve insanı, genelde felsefeye, sosyolojiye, psikolojiye, mantığa bulayarak, âdeta bir kadavra gibi masaya yatıran, derin analizler (!) ve tabii ki “mütefekkirâne bir dil”le anlatan bu edâ, Mustafa Çiftçi’nin “Bozkırda Altmışaltı” kitabındaki o ağır “Kara Kedi” esansına benziyor ve tüm eserlere siniyor! Dava edebiyatı olmasın mı? Olsun, hayata dava da dahil elbet! Ama hayatta daima “hazır ol”da duramaz, sürekli kendinize çekidüzen verip rötuşlu fotoğraflar çektiremezsiniz!.. Yahu insan hiç sevmez mi, özlemez mi, ağlamaz mı, gülmez mi, neşelenmez mi, makaraları koyuvermez mi, kendini ti’ye almaz mı?..

***

Bu anonim edâ, Necip Fazıl’da da vardı; “Ya ol, ya öl!” derdi Üstat. Olmakla ölmek, “hayatla-mayat” arasında “mayat”ı seçmenin büyük “çile”si ve ıstırabı ya da “dava şiirleri”ndeki o tok, meydan okuyan ses, genel bir “atmosfer” olarak, şiirlerinin tümüne hâkimdi. Meselâ “Çocuk” başlıklı şiiri. Üstad’ın tüm şiirlerine sinen o felsefî edâ, bu şiire dahi sinmiş. Şöyle: “Çocukta, uçurtmayla göğe çıkmaya gayret;/ Karıncaya göz atsa ‘niçin, nasıl’ ve hayret…” Karınca, niçin, nasıl, hayret, göğe çıkmak, mavera, öte... Bir çocuk şiirine ağır gelir bu yük!.. Ama “Anneciğim”deki şu mısralar, hayata ve insana dokunuyor:

Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim

Süngüler düşmüş, hazır ol duruşu bozulmuş, gözler dolmuş… Gerçi kimi mısralarda yine “felsefe” tutkusu nüksediyor, kendine çekidüzen veriyor şair: “Gözlerinde aksi, bir derin hiçin”… Evet derin hiç!..

Kanaatimce aynı edânın izleri, az da olsa, “Diriliş”e de yansıdı. Ama daha çok, âdeta “askerî” bir nizam gibi, hatta yazarları “edebî hiza”ya getirme işlevi de üstlenerek, “Edebiyat” dergisi çevresinde hissedildi. Kalemler, birer silahtı sanki! Ve daima bir “devrimci edâ”!.. İçlerinde daha farklı bir sesle yazmak isteyenleri dahi hizaya sokmuştur “Edebiyat”ın bu atmosferi. Meselâ Osman Sarı!.. “Gözlerin gözlerin çiçek gibidir/ Kömürden karadır o kaşlar gitti/ Bende kala kala bir kara sevda/ Sende göze sürme çekişler gitti” mısralarında, geleneğin lirik sesini ve sevda dilini yakalayan Sarı, sonra “Bir savaşçıdır kalbim böyle şiirler yazmak/ Çok iyi bilirim ki hiç de yakışmaz bana” diyerek, mahcup bir eda ile hizaya giriveriyor!..

***

Sonuçta bu edâ, bir genetik miras gibi, günümüzdeki bazı İslâmcı kalemlere de sirayet etti ve maalesef hayal ve fikirlerini sınırlandırıp, onları zihnî bir dünyaya hapsediyor. Edebî eserlere sinen o ağır abi duruşu, o kara kedi kokusu bundan… Oysa hayat, bazen yaptıklarıyla insanın süngüsünü düşürür!.. Bu nedenle ‘rahat’ olmalı sanatkâr, eserlerinde Neşet Ertaş türkülerinin hüznünü, neşesini, Nedim’in rintliğini, Nefi’nin heccavlığını, Nasrettin Hoca’nın nüktedanlığını, Sait Faik’in serazatlığını, Haldun Taner’in hinliğini de görebilmeliyiz, kahramanlar nara atabilmeli, makaraları koyuvermeli, gülmeli… Yahu sizin şehrin delisi yok muydu, hiç değilse bir “dava delisi”?..

Hasılı insana dokunmak istiyorsanız, şu “ağır abi” edâsını bırakın!..

YORUMLAR (9)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
9 Yorum