Kemal Tahir’in romanlarının satır aralarına dikkat...
Yukarıda açıklamaya çalıştığım vasfından dolayı tarih her zaman bir ‘tartışma’ hatta ‘çatışma’ alanıdır. Bu bakımdan tarihsel romanlar ve yazarları da hep tartışma konusu olur, olacaktır... Kemal Tahir de bu doğrultuda hem Osmanlı’ya bakışı hem de yakın tarihe ilişkin yazdıklarıyla hep tartışma konusu oldu. Romanlarının en bariz tarafı, hem Osmanlı hem köy, hem yakın tarih konusunda çoğu kez ‘verili tarih’e aykırı bilgiler, tezler ileri sürmesi, ters sorular sormasıydı. Kimi eleştirmenler romanlarının sadece tarihsel ve sosyolojik tezleri ile öne çıktığını, dil ve edebîlik bakımından zayıf olduğunu ileri sürse de meselâ “Yol Ayrımı”ndaki Atatürk’ün şoförü Dadal’ı ne kadar ustaca konuşturduğu veya “Kurt Kanunu”ndaki Kara Kemal’in o mahkûm/ mecbur psikolojisini yansıtmada ne kadar başarılı olduğu hatırlanırsa roman sanatındaki başarısı da teslim edilecektir. Kemal Tahir, gerek kişileri gerekse iktidar çatışmalarıyla tarihsel romanlarında ‘zamanın ruhu’nu hem siyasi hem sosyolojik hem psikolojik olarak yansıtabilmiş bir yazardır. Tarihsel romanın başarı ölçütü de budur zaten.
Bunlarla beraber ben onun romanlarını okurken satır aralarına, roman kahramanlarına sordurduğu sorulara hep dikkat ettim. Roman elbette bir kurgu ama satır aralarında geçen birtakım ‘özel’ bilgilerin peşine düştüğümde çoğunun ‘tarihsel birer belge” olduğunu gördüm. Bu nedenle yazdıklarının çoğunun aynı zamanda ‘belgesel’ bir niteliği de var bence. Meselâ “Kurt Kanunu”nda Kara Kemal Atatürk’e düzenlenen suikastla suçlandığını öğrenip, kaçış sırasında arabayla Edirnekapı Mezarlığından geçerken ilginç bir olayı hatırlar (Kurt Kanunu, Bilşgi Yay., 1975, s.83-84). Bu, Teşkilât-ı Mahsusa çalışanı ve 1909-1913 yılları arasında “Silah” dergisini/ gazetesini de çıkaran Silahçı Tahsin’in (Hasan Tahsin) yine Teşkilat-ı Mahsusa tarafından öldürülme hadisesidir. Yazarın anlattığına göre; Teşkilat-ı Mahsusa merkezinde bir küçük oda, masa, karşılıklı iki sandalye. Birinde Teşkilat Başkanı Süleyman Askeri, diğerinde Silahçı Tahsin oturmakta. Tahsin, Hürriyet’ten sonra yayımladığı dergisinde “en rezil saldırıları” yapmış, “en iğrenç çamurları” atmış biri. Önce faydalıyken giderek zararlı olmaya başlamış, Teşkilat-ı Mahsusa bundan dolayı onu Makedonya’ya göndermiş, amaç aslında ‘harcamak’… Ama görev yerinden hemen dönmüş. Oysa görevden izinsiz dönmenin cezası ölüm!.. Ama Silahçı, laubali, şımarık, efeleniyor, bir de Süleyman Askeri ile kan kardeşliğine güveniyor. Birer kahve söylerler. İş üstü kahve, saygı, sevgi işareti teşkilatta. Kahveler gelir, sonrası belli. Disipline uymayan Tahsin’in kahvesinde uyuşturucu vardır. Sersemler. Kuşçubaşı Eşref gelir, elindeki yağlı kementle onu boğar, cesedini de Edirnekapı Mezarlığına atarlar.
Fazla tarihi bilgiye sahip olmayan kimi okurlar, başta bunu çarpıcı bir kurgusal olay sanıp geçebilir. Hayır değil! Gerçektir bu! Meraklı okur araştırdığında olayın hemen hemen anlatıldığı şekilde cereyan ettiğine dair tarihsel bilgiler bulacaktır.
Bundan dolayı Kemal Tahir’in romanlarını okurken satır aralarına dikkat etmek gerekiyor.
Yeri gelmişken belirteyim: 1914 yılında öldürülen Silahçı Hasan Tahsin’in İzmir’de düşmana ilk kurşunu attığı iddia edilen Hasan Tahsin’le bir ilgisi yok. Genelde karıştırılmış birbirine…