Sanatta vuzuh ve kesinlik hayali köreltir

Sanatın muhatabı olan insan, eser karşısında edilgen midir? Yani sanat eseri ‘verici’, o ise sadece ‘alıcı’ mı? Aslında bunu eser belirler. Meselâ 2+2=4 gibi bir matematik işleminde muhatap yalnızca verileni almak durumdadır; çünkü bu sonuca bir bilgi, hayal veya öneri ekleyemez, çünkü işlem tamamlanmış ve kesindir, kapılarını muhataplarına kapatmıştır. Kesinlik ve tamamlanmışlık…  Bilimin asıl vasfı budur!

Peki kesinlik ve tamlık sanat eserinde aranan bir vasıf mıdır? Bence hayır! Bir sanat eserinden beklenen asıl etki, muhatabının tahayyül ve tefekkürünü tahriktir. Çünkü bir eser muhataplarının tahayyül ve tefekkürleriyle anlam kazanır, çünkü anlam, ancak muhatapla birlikte vücut bulur. Okur, böylece kendini esere, hatta dünyaya -dünya da bir sanat eseridir- ekler veya tam tersi, eser muhatabının tahayyül ve tefekkürünü kendine çeker. O hâlde şöyle söylemek mümkün: Sanatkâr, eser ve muhatap, bu üç unsurdan biri yoksa sanat eseri eksiktir. Okur, edebî eserin anlamını tamamlayan, zenginleştiren ve hayatiyeti için gerekli olan sacayaklarından biridir.

Varlık hareket ve tekâmül hâlindedir, akışkandır, tefekkür ve tahayyülü dondurmak, bir alana hapsetmek, onun tabiatına aykırıdır. O hâlde eserden beklenen, varlığın, tahayyül ve tefekkürün tabiatına uygun olarak kapıları daima açık bırakmak, başka tahayyül ve tefekkürlerin kendisine eklemlenmesine, dolayısıyla farklı yorumlara imkân vermek, böylece her muhatabı kendi mânâsına ekleyerek dinamik ‘bir/ küll’ olmaktır. Aslında her çağa seslenen evrensel eser olmanın yollarından biri budur.

Peki bir sanat eseri, muhatabı kendisine nasıl çeker ya da eklemleyebilir? Veya hangi durumda muhataba kapılarını kapatır? Bu soruları Ahmet Haşim, “Piyale” adlı şiir kitabının önünde yer alan “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” (Ahmet Haşim Bütün Kitapları, Oğlak Yay., 2015) başlıklı yazısında tartışır. Çok ilginçtir, Umberto Eco da “Açık Yapıt” (Çev. Pınar Savaş, Can Yay., 2001) adlı eserinde Haşim’e benzer düşünceler ileri sürer.

Haşim’den yola çıkalım… Şair “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar”da; “En güzel şiirler mânâlarını kâriin [okurun] ruhundan alan şiirlerdir.” (s. 19) der. Bu söz, şiirin -sanat eserinin- asıl sacayaklarından birinin okur olduğuna, anlamın okurla birlikte zenginleştiğine işaret eder. Şair, şiirinin okurun ruhuna erişmesini ve bu ruhun eserine eklemlenmesini sağlamak için bir ‘açık’ kapı bırakmak zorundadır. Eco’nun ‘Açık Yapıt’tan kastı da budur. O da sanat eseri “farklı açılardan izlendiği ve algılandığı oranda estetik değer kazanır.” (s. 10) derken, aslında Hâşim’in yukarıdaki düşüncesini tekrarlar. Zaten eser, sonsuz okumalara, “pek çok farklı biçimde algılanıp, yorumlanmaya elverişli olması…” (s. 10) sebebiyle ‘açık’tır. Bu bağlamda vuzuh ve kesinlik, eserin kendi içine kapanmasına, tek yoruma dayanmasına, okura kendini dayatmasına, onların tahayyül ve tefekkürlerinin kendisine ulaşamamasına yol açar. Çünkü vuzuh, tahayyül ve tefekküre pay bırakmaz. Haşim de aynı görüştedir; “Üslupta körletici bir sarahat”ın tıpkı Ruskin’in dediği gibi “muhayyileye yapacak hiçbir şey bırakma[dığını] (s. 20) bu durumda ise en değerli müttefiki olan okurun ruhundan gelecek yardımdan yoksun kalacağını belirtir. Eco bunu, eserin “yaratıcısının katı denetiminden (…) kurtulamama[k]…” (s. 13) olarak görüyor ve gerçek sanat eserinin “hayal gücünü harekete geçiren bir uyaran” (s. 15) olması gerektiğini söylüyor.

Haşim’le bitirelim… Sanat eserinin “en büyük hedefi muhayyileyi kendine râmetmektir” (s. 20) diyor. Tahayyül ve tefekkürü uyarmayan, onları kendisine katmayan sanat eserinin, herkesin kendisine aynı şekilde uymasını buyuran trafik lâmbalarından bir farkı var mı?..

Ruh, kendine kucak açan ruhlarla kanatlanır…

YORUMLAR (7)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
7 Yorum