Yakup Kadri’den bir anı: Menderes’in yazara saygısı
Yakup Kadri’nin “Politikada 45 Yıl”ından bahsedeceğim bugün. Önemli bir eser. Çünkü yazar, Cumhuriyet’in kurucu kadrosundan, Atatürk’ün yakınında, sofrasında bulunmuş biri ve CHP’nin önemli isimlerinden, İnönü’yle de yakın münasebetleri var.
Yazar, eserinde 1922 -1965 yılları arasında geçen ve şahit olduğu bazı politik olayları anlatıyor. Anılar dört dönemi kapsıyor. İlki, Atatürk dönemi: Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında yaşanan iktidar mücadelesi, başlangıçta cereyan eden Mim Mim Grubu ve eski İttihatçılarla Atatürk ve Karaosmanoğlu’nun içinde bulunduğu Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti arasındaki çatışmalar, Meclis’teki iç çekişmeler… İkinci dönem: Atatürk’ün ölümünden sonraki İnönü’lü yıllar, yine iç çekişmeler, İnönü’deki Atatürk kompleksi. Üçüncü dönem: DP’li yıllar, CHP-DP çatışması, İnönü’deki mağlubiyet psikolojisi, 27 Mayıs Darbesi, Anadolu’daki İnönü fobisi. Ve darbe sonrasındaki zoraki evlilik CHP-AP koalisyonu, Türk siyasi hayatındaki çözülme…
Genel anlamda eserin içeriği böyle.
Başta şunu söyleyeyim: Kemalist ve CHP’li bir aydının -edebiyatçıdan ziyade CHP’li bir siyasi şahsiyetin- anıları olarak okumalı bu eseri. Dolayısıyla kitaba CHP’ye odaklı bir bakış açısı hâkim. Her anı gibi bu da sübjektif. Hatta bence Karaosmanoğlu, politik olaylara salt gerçeği arayan bir ‘entelektüel’ olarak bakmıyor. Çünkü eserde otoriter uygulamalara -bence bildiği hâlde- çoğu kez ses çıkarmayan, hatta yer yer onaylayan bir tavır hemen fark ediliyor. Oysa meselâ 27 Mayıs Darbesi’ne, askerlerin siyasete müdahalesine karşı tavrını daha net ortaya koymalıydı, ama koyamıyor, söylese de kısık sesle. Ayrıca Karaosmanoğlu içeriden biri olarak CHP’nin kuruluşundan beri yaşadığı asıl problemleri ortaya koyabilecek yegâne kalemlerden biriydi, ama görmüyor veya ifade etmiyor. Meselâ eserin son bölümünde 27 Mayıs Darbesi’nden sonra seçimlerde CHP’nin fazla oy alamayacağını bilmesine, hatta Manisa’da halkın CHP’ye teveccüh etmediğini bizzat gözlemlemesine rağmen, bunun asıl nedenini tahlil edemiyor. Meseleyi sadece halktaki İnönü fobisine bağlıyor ki, çok eksik. Bütün bunlara rağmen satır aralarında meselâ Ankara’nın başkent olmasından sonra bazı siyasilerin maddi çıkar peşinde koşmaları, arsa spekülasyonu yapmaları, kimi akçeli işlere bulaşmaları göze çarpıyor ki bunlar yazarın “Ankara” ve “Panorama” romanlarına da yansımıştır.
Eserde benim asıl dikkatimi birkaç olay çekti. Bugün de aynı sorunları yaşadığımız için birini yazmak istedim. Doğrusu Karaosmanoğlu’nun anlattığı olayı belli bir siyasi iktidarı eleştirmek kastıyla değil, demokrasinin gereği ve politik bir hoşgörü örneği olduğu için yazıyorum.
Olay şöyle:
Karaosmanoğlu, DP döneminde hükûmetin dış politikasını eleştiren bir yazısı nedeniyle, başbakanı küçük düşürmek suçlamasıyla savcılığa çağrılır. Savcılığın yazısı, Başbakan Menderes’in onayına sunulduğunda, Menderes önüne konan kâğıdı elinin tersiyle iterek şöyle demiştir:
“Her şey aklıma gelebilir ama, günün birinde fikrî ve hissî terbiyemin büyük bir kısmını eserlerine borçlu olduğum Yakup Kadri’ye karşı dava açmayı hayalimden bile geçiremem.” (İletişim Yay., 2013, s. 185)
Menderes, daha sonra bir görüşmede Karaosmanoğlu’na 14-15 yaşlarında İzmir’deyken ne kadar hayran olduğunu anlatır. Yakup Kadri, “Bana bunları anlatırken gözlerinde ve sesinde hâlâ o çağdaki heyecanının belirtileri vardı.” der ve sonra ekler, “İtiraf ederim ki, ben de ona karşı kalbimin köşesinde bir ağabey sevgisi taşıyordum.” (s. 185)
Neticede Menderes, savcılığın yazısını imzalamayı reddetmiştir. Ne güzel!..
Ama Yakup Kadri’nin dediği gibi “politikada kalbin yeri” yok sanki. Yok mu? Varmış, Menderes kâğıdı elinin tersiyle ittiğine göre varmış!..