Taşın kalp atışını duyanlar

Bir tek köşen bile ayrılmamışken bana

Var olan ve olacak olan bütün köşelerinin sahibi benim

Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim

Sen kaç köşeli yıldızsın

Göğün yeryüzüyle bir olduğu köyde geçti çocukluğum. Köşesi olmayan köy hayatında, varlıkların dünya dilini tanıdık . Ağaçların, taşların, derelerin, dağların, yabani hayvanların, bitkilerin, besleyip büyüttüğümüz rızık vesilemiz olan ineklerin, keçilerin, koyunların, atların, eşeklerin, köpeklerin, kedilerin … hasılı hayatımızda bulunan canlı ve cansız birçok varlığın belirgin dilini öğrendik. Bunların bir köşesi yoktu.

Sabahları dağların ardında kızıl bir muştu gibi yükselen güneşin, karanlığın içinde aydınlık bir dua gibi duran ayın duruşu. Yağmurun, karın, dolunun. Göğün mesajı da köşesizdi.

Oturduğumuz sofralardan, yemek yedeğimiz honçalara, eleklere, sinilere, tahta kaşıklara kadar her şey köşesizdi.

Aşık kemiğiyle oynadığımız oyunların, misketin, çelik çomağın, seksekin hasılı oyunlarımızın da köşeleri yoktu.

Etrafımızda taştan daha sert insanlar vardı ama köşeli insanlara pek rastlanmazdı.

Erzurum çay şekeri ve taş ustalarının paslı gönyeleri yalnız köşeliydi. Sert şeker kerpetenle kırılırdı. Gönyeler paslıydı, taş ustalarının nasırlı ellerinde bir taştan diğer taşa sekerdi.

“Köşe”yle okul kitaplarında tanıştım. Kah bir cümle kah bir şekil olarak kitapların arasında soğuk bir nesne gibi bizi karşılardı.

Sokak, cadde, mahalleden oluşan üç köşeli şehrin kaldırımlarını çiğnedikçe köşe hayatımıza yerleşti.

Vakıflar yurdunda günde üç öğün yemek yediğimiz, sabahtan akşama kadar ders gördüğümüz masalardan, sandalyelere, yattığımız ranzalara kadar sert hatlarla çizilmiş köşeler günbegün hayatımızda yerini alıyordu.

Başımızı gayriihtiyari çarpıp canımızı en çok yakan o köşelerdi.

Köşeyi dönmek, köşebaşını tutmak, kıyıda köşede kalmak, dünyanın kaç köşe olduğunu göstermek, baş köşeye oturmak, aklının köşesinden geçmemek, bir köşeye atılmak,

köşe kapmaca oynamak, köşe bucak kaçmak… gibi köşeli deyimler kavramlar da maarif tedrisatı olarak kültürel hayatımızın bir parçası olmaya başladı.

Köşesi en belirgin insanlar: Devrimin milli kahramanları, askeri darbeciler, devrimin bekçileri, halkının yararına önceden her şeyi öğrenmiş devlet adamları, okulun resmi müfredatı, okul sıralarında gerek öğrencilik gerek öğretmenlik hayatımda her şeyi doğru bildiklerinden milim şaşmayan ve bu doğru bildiklerini bize dikte etmekte her yolu mübah gören noktası virgülüne kadar kendini eksiksiz bir kitap gibi gören sivri köşeli komutanlar, din adamları, öğretmenler ve idareciler.

İstanbul’da özellikle 80 ve 90’lı yıllarda çokça rastladığımız köşesi net insanlar vardı. Sabah kahvaltı masasındaki oturuşlarından giyeceği takım elbiseye, takacağı kravata kadar muntazam. Memleket meselelerinin her durumuna, memleketin her insanına doğru (!) sözü olan keskin köşeli insanlar.

Bu beyefendi ve hanımefendiler içeriği her zaman ve olay için geçerli olan müfredatlı kitap gibiydiler.

Köşelerinden milim yontmazlardı. İroni olarak anlatılan polis tarafından ters yola girdiği uyarılınca kendisinin değil de herkesin ters yolda olduğunu söyleyen şoför gibiydiler.

Köşeli olmaya itildiğim ilk olaya vakıflar yurdunun üçüncü katında şahit oldum. Üniversite sınavının olduğu sabahtı. Sınava girecek öğrenciler sınav salonuna alındı. Sınav başladı. Yarım saat sonra polisler sınav binasından kapalı kızları birer birer dışarı çıkardı. Kızlar kaderine razı. Hiç mukavemet etmeden okulun bahçesini başları önlerinde terk ettiler. Köşeli olmaya itildiğim ilk ateş orada içime düştü. Ton ton Özal iyiydi. Evren Paşa tu kaka.

Köşeli olmaya itildiğim ikinci belirgin olay da Türkçe dersinde “hezar” kelimesinin Kürtçe olduğunu söylediğimde Türkçe öğretmenimin büyük bir hırsla bana dönüp “ Kürtçe p.. bir dildir, öyle bir dil yok.” bağırması oldu. Eyvah eyvah olduğum ikinci köşem oluştu.

Gel zaman git zaman benim de köşelerim arttı. Ben de zaman zaman insanların köşelerini çoğalttım.

Gençliğimden belli bir yaşa kadar köşeli insanlar görünce onlarla mücadele yolunu seçtim. Onlarla çatışmak beni de köşeli insan olmaya eviriyordu. Benim de köşelerimi belirginleştiriyordu.

Çatışmada yerimi sağlam tutup mücadeledeki haklılığımı güçlendirdiğime inandıkça sert köşegenler bıçak, jilet gibi sivrilip oramı buramı kanatmaya, canımı yakmaya, kan kaybına sebep oldu bende. Zamanla benim de köşelerim hayatımdaki insanların canını yakmaya başladı.

Günümüzde aile içi sorunlardan toplumsal meselelerimize; siyasi kavgalardan ekonomik sebeplere kadar birçok sorunumuzun temelinde köşebaşını tutan dik dörtgene dönüşmüş insanların köşelerinden milim şaşmaması değil midir?

Sezai Karakoç’un Köşe şiirini okuduğumda insan bu hayatta köşesiz kalabilir mi? Veya köşelerini ne kadar muhasebesini içimde yaptım.

İnsan, Sezai Karakoç’un “Köşe” şiirini defalarca okuyup insanın şiir idraki artınca Sezai Bey’in “KÖŞE” şiirinde köşelerin hiç olmadığının farkına varıyor. Bir insan nasıl olur da iddialı bir belirginlikle yazdığı “Köşe” şiirinde hiç köşe kullanmayabiliyor? Bu meziyet şairlere, mütefekkirlere, taşların kalp atışlarını duyan bilgelere, öldükten sonra denizin gözlerini görenlere has bir meziyet olsa gerek.

Sezai Bey’in Köşe şiirini bu gözle okuduktan sonra zamanla köşelerimin ne kadar çoğaldığının hayreti içindeyim.

Şimdi sıra baltayı alıp İbrahim’in putları kırdığı gibi köşelerimin sivrilen putlarını kırmakta.

Evlerinin içi gurur döşeli

Benim aşkım bin bir köşeli ah bin bir köşeli

*Kalın harfli mısralar Sezai Karakoç’un Köşe şiirinden alıntıdır.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum