Türk'ün düzeni...

Kemalizm, bir yönetim biçimi olarak, doğruyu bilen ve vazeden, bunun dışındaki her tür eylem ve düşünceyi dışlayan, tartaklayan bir devlet anlayışına sahipti. Sonuç, yıllar yılı, bu anlayışı bir ayrıcalıklar sistemine çeviren devlet karşısında özerklik fikrini reddeden, devlet desteğinde kurulan kültürel ve ekonomik bir hegemonya düzeni oldu...

Bunca zaman sonra, basit bir yer değiştirme üzerinden bu düzenin varlığını bir tür devam ettirmesi hazin bir durumdur. 2015 sonrası, 2016 darbe girişiminin de hızlandırmasıyla, daha önce aynı iktidar döneminde, AK Parti devrinde açılmış olan, sivil topluma, sivil değerlere yönelik tüm sayfaların tek tek yırtılıp koparılması bir vakıa.

Demokratik toplumların kimi varoluşsal önkoşulları vardır.

“Üçlü özerklik düzeni” bu koşulların önde gelenlerindendir.

Siyasi alanın devlet, toplumsal alanın siyaset karşısında, düşüncenin ise her üçü karşısında özerk bir konumda bulunması, demokratik bir toplumun olmazsa olmazları arasındadır.

Türkiye’nin siyasi yapısı ve geleneği, bu üçlü özerklik düzenini, her koşulda, her iktidarda dışlamıştır. Bu topraklarda siyaset nasıl devlet karşısında özerk olamamışsa, toplum ya da sivil saha da siyaset karşısında özerk olamamıştır. Düşünsel faaliyet de her iki karşısında tahkir ve baskı görmüştür. Düşünce dünyası mutlak faydacı bir beklentiyle siyasetin lojistik unsuru olmaya indirgenmiş, böyle tanımlanmış, böyle algılanmıştır.

Fayda ilke üzerinde tahakküm kurarken, “ne” sorusu “nasıl” sorusunun, esas usulün, içerik sürecin, somut da soyutun üzerinde boğucu, hatta yok edici bir etkide bulunmuştur.

Soyut, milli ve dini maneviyata, şiir, melodi, marş, slogan, duygu üzerinden sadece aidiyet ve hissiyata indirgenmiş, somut ise kuvvet, inşa, fayda ile özdeş kılınmıştır.

Bugün sağdan soldan, modern kesimden muhafazakarlardan çok kişinin siyasetten, iktidardan, iktidar ilişkilerinden ya da milli fayda, partisel fayda, kimliksel fayda hallerinden özerk bir siyasi düşünceyi anlaması, kabul etmesi bir ölçüde bu yüzden mümkün olmamaktadır. Düşüncenin nokta atışlarının hedefi olmasının, düşünce ile tezgah, kumpas, kompo bağlarının kurulmasının bir nedeni de budur.

Bu sistem, hakim siyasi kültürün bir sonucudur. Bir tür ‘’toplum tasavvuru eksikliği’’nin, ‘’soyut alerjisi’’nin ve ‘’kuvvetli faydacılık hali’’nin yansıması olarak hepimizin eseridir.

Modernist olduğunu iddia eden siyasi anlayış dün Kemalizm örneğinde olduğu gibi, nasıl siyaseti, onun üzerinden toplum ve düşünceyi devlet hapsine almışsa, bugün de, muhafazakar anlayış toplumsalı siyasetin hapsine mahkum etmiş bulunuyor, düşünceyi ise iktidarın damgaladığı bir nesne haline getiriyor.

Sorun sadece yönetim geleneğinden ibaret değil, toplumsal değerler de önemli bir kaynak. Bu değerlere ait hiyerarşi, şeylerin-simgelerin düzeni işin özünü oluşturuyor. Bu düzende devlet ve devlete ait olan zirveyi süslüyor, onu siyasetin takip ediyor, toplumsal, düşünsel ve kişisel olan en arkada, en edilgin konumda yer alıyor.

Devletin herkesten ve her şeyden önde, belirleyici ‘’üstün değer’’ olması, siyasetin katılımı, talep-karar etkileşimini dışlayan bir tek yönlü eyleme, ‘’devleti yönetme, denetleme ve hizmet eylemine’’ indirgenmesi, toplumun tek ve doğal kabul edilen bir değer sistemiyle statik olarak ele alınması bu hiyerarşinin kurucu ögeleridir.

Tüm bunların açıldığı kapı, “otoriterlik”tir.

Bugün Türkiye’de esen sağı solu kuşatan milliyetçilik rüzgarının arkasında bu yatıyor.

Velhasıl yerli ve milli olan…

YORUMLAR (91)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
91 Yorum