Yargıçların cübbeleri…
AYM Başkanı Zühtü Arslan, AYM üyeliğine yeni atanan Yılmaz Akçıl’ın yemin törenindeki konuşmasında bir kez daha AYM kararlarına uyulmasının bir tercih meselesi değil zorunluluk olduğunu hatırlattı ve bireysel başvurunun ülkemiz için önemini anlattı:
“Bireysel başvuru Türk yargı tarihinin en büyük reformlarının başında gelmektedir. Bu kurumun kabul edilmesindeki amaç, anayasa koyucunun ifadesiyle, ‘bireylerin sahip oldukları temel hak ve özgürlüklerin daha iyi korunması’nı sağlamak ve sorunu ülke sınırları içinde çözerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan ‘başvuru sayısını azaltmak’tır.”
Bireysel Başvuru mekanizması hukuk sistemimizde devreye girdiği 23 Eylül 2012 tarihinde Türkiye’den AİHM’e yapılan başvuruş sayısı 120 bindi. Bireysel Başvuru sayesinde hem ülkemizin vatandaşları AİHM’e gitmeden kendi ülkesinde sorunlarına çözüm bulmuş olacaktı hem de Türkiye AİHM’e en çok başvuran ülke olmayacaktı.
Nitekim Erdoğan da 2012 yılındaki partisinin Kızılcahamam’da düzenlenen 19. İstişare Toplantısında “devrim niteliğinde bir adım” dediği “bireysel başvuru”nun önemini böyle anlatmıştı:
“Vatandaşlarımıza yaşadıkları insan hakları ihlallerinden dolayı Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı getirdik. Hak arayışını kendi ülkesinde yapacak. Artık benim vatandaşım kalkıp buradan Strazburg'a gitmeyecek.” (3 Kasım 2012)
***
Konuşmasında bireysel başvuruyla ilgili yanlış bilinen bir hususa da açıklık getiren AYM Başkanı Arslan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da hazır bulunduğu törende bireysel başvurunun bir temyiz yolu olmadığının altını çizdi, dedi ki:
“Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın yorumu ve uygulanmasının söz konusu olmadığı durumlarda kural olarak bireysel başvuruya konu olaydaki olguların ve bunlara uygulanan kuralların yorumuna, delillerin değerlendirilmesine, verilen kararın sonucu itibarıyla doğru veya haklı olup olmadığına bakmamaktadır. Mahkememiz, kendisine verilen görev ve yetki çerçevesinde, sadece yargılama sürecinde başvurucunun anayasal hak ve özgürlüklerinin ihlal edilip edilmediğini incelemektedir.”
İktidar Yargıtay 3. Ceza Dairesi yargıçları eliyle Can Atalay dosyası üzerinden Anayasa Mahkemesi’ne açtırdıkları savaşla Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini daraltmayı ve 2010 yılında devrim niteliğinde bir adım diyerek getirdikleri “bireysel başvuru” hakkını sınırlamayı hedefliyorlar.
Gizli saklı bir hadise de değil, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç 6 Ekim 2023 tarihinde yaptığı bir açıklamada “Anayasa Mahkemesine bireysel başvurunun sınırlarının çizilmesi noktasında bir çalışma yapılması gerekiyor” demişti.
İktidar Can Atalay dosyası üzerinden kamuoyunda ısrarlı ve gayet bilinçli bir şekilde Bireysel Başvuru sisteminin bir temyiz yolu olduğu algısını oluşturmaya çalışıyorlar.
Görünen o ki iktidarın bir takvimi var ve o takvime göre bir süreç işletiyor.
***
2010 yılında AİHM’e giden başvuru sayıları azalsın, Türkiye’nin itibarı yükselsin, vatandaşlarımız sorunlarına kendi ülkemizde çözüm arasın, çözüme kavuştursun diye getirdikleri devrim niteliğindeki kazanımı şimdi kendi elleriyle yok etmeye çalışıyorlar.
AYM Başkanı Zühtü Arslan’ın o gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın huzurunda yaptığı konuşmadaki en önemli en can alıcı bölüm anlattığı “derviş ve cübbe” kıssasıydı.
Anlattığı kıssanın ilk muhatabı elbette ki Can Atalay kararını uymayan Yargıtay 3. Ceza Dairesinin hakimleriydi. İkinci ama asıl muhatabı, kıssadan payına en çok hisse düşen ise bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan istiyor ki yerel mahkemelerin kendisini hoşnut eden kararlarının hiçbirisi Anayasa Mahkemesinden geri dönmesin. Anayasa Mahkemesi ilk derece mahkemelerinin noteri gibi davransın. Yargı tarihinde hiç olmadığı kadar siyasallaşmış durumda ama bu iktidara yetmiyor.
Erdoğan bütün yargıçlar bütün kararlarını iktidarının hoşnut olacağı şekilde versin istiyor.
***
Prof. Arslan Yargıtay yargıçlarına ve Erdoğan’a tarihten bir kıssayla hem cevap verdi, hem hatırlatma yaptı:
“Giydiğimiz cübbelerin anlam ve önemini çok iyi anlatan meşhur bir kıssa vardır. Yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Hz. Süleyman dervişi hemen çağırtır ve yargılamaya başlar.
Derviş kendini şöyle savunur: ‘Efendim, kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, teslim olacağını düşünüp üzerine atladım, bu esnada kanadı kırıldı.’ Müşteki kuş bu sözlere hemen itiraz eder ve şöyle der: ‘Avcı olsa hemen kaçardım. Onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez diye düşündüm.’
Hz. Süleyman bu sözleri haklı bulmuş ve ceza olarak dervişin kolunun kırılmasına hükmetmiş. Ancak yaralı kuş bu karara da itiraz etmiş ve demiş ki: ‘Efendim, kolunu kırarsanız iyileşince yine aynı şeyi yapar. Siz en iyisi üzerindeki derviş hırkasını çıkarın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın.’
Yargı mensupları olarak bu kıssadan çıkaracağımız hisse bellidir. Üzerimizdeki cübbeler, toplumun adalete güveninin sembolüdür. Bu güveni sarsacak, aşındıracak davranışlardan kaçınmak da göreve başlarken yaptığımız yeminlere sadakatin, ahde vefanın gereğidir.”
O cübbeler adaletin, hukukun, güvenin sembolüdür. Yargıçların bir karar vermesi gerekiyor, ya o cübbeyi taşımasınlar, giymesinler ya da giydikleri o cübbelerin gereğini yapsınlar.
Üzerlerinde adalet cübbesiyle hukuk kıyımı yapmasınlar.
Ekonomiyi ayağa kaldırmak, ülkeyi ekonomik buhrandan çıkarmak isteyen iktidar adaleti rasyonel zemine oturtmadıkça ekonomiyi düzeltmesi mümkün olmayacak.
Ekonomi koltuğuna bir değil on Mehmet Şimşek otursa bile adalet düzeltmedikçe ülke toparlanmayacak.