ALİYA

Bizim bir sürü kahramanımız vardı. Onlara toz kondurmazdık. Biri bir laf etti mi öyle savunur, öyle metheder, öyle yüceltirdik ki kahramanlarımızı, sütten çıkmış ak kaşık olduklarına neredeyse kendimiz bile inanırdık. “Neredeyse” diyorum, çünkü hep bir ukde kalmış olurdu içimizde. O ukdeler kahramanlarımızı tam bir gönül rahatlığıyla sahiplenmemizi engellerdi. Vicdanlarımız biraz mesafeli dururdu kahramanlarımıza. Ne yapsak o mesafeyi kapatamazdık. İçimiz içimizi kemirirdi. “Ah” derdik, “keşke adaleti gözetmekte biraz daha hassas olsaydı… Keşke iktidar hırsı biraz daha ölçülü olsaydı… Keşke parayla münasebeti biraz daha ahlaklı olsaydı… Keşke biraz daha mütevazı, keşke biraz daha hikmetli, keşke biraz daha İslami olsaydı…” Olmazdı. Bizi utandıracak bir şey mutlaka olurdu. Hepsinde, ama hepsinde olurdu. Gönül rahatlığıyla takip edebileceğimiz kahramanlar ancak ölü kahramanlardı. Bunu iyiden iyiye kanıksamıştık ki Aliya İzzetbegoviç çıktı karşımıza. Aliya İzzetbegoviç: Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den bir esinti. Rahmet Peygamberi’nin ümmeti neymiş, ne olmalıymış, hayatıyla gösteren bir kahraman. İrfan ehli, ilim ehli, cihad ehli, merhamet ehli, aşk ehli, infak ehli bir güzel adam. O’nu görür görmez tanıdık. Vicdanımızın ta kendisiydi O. Bu aşağılık dünya düzeninde eğreti duran bir ahlak abidesi. Zulüm denizinde bir adalet adası. Siyaset ve ahlakın Asr-ı Saadet’te olduğu gibi günümüz dünyasında da bağdaştırılabileceğini ispat eden bir müjdeci. El aleme iftiharla gösterip, tam bir gönül rahatlığıyla “işte bizim temsilcimiz” diyebileceğimiz adam…

Aliya İzzetbegoviç, geçen pazar günü, bizi vazifelerimizle baş başa bırakıp gitti. Cenâb-ı Allah ganî ganî rahmet eylesin. Mekânı cennet olur inşaallah.

(Gerçek Hayat, 24 Ekim 2003)

***

İyi bilirdik...
Çok iyi bilirdik...

1925’te, “Devlet zamanı”nı özleyen Müslüman bir ailenin çocuğu olarak Bosanski Şamats’ta doğdu. Osmanlı’dan yadigar bir iklimde büyüdü. Nüfus kâğıdını taşıdığı Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı’nı hiç sevmedi. Faşist Paveliç ve komünist Tito rejimlerinden de hazzetmedi. Allah’ın ahkâmıyla barışık bir Bosna’nın izini sürdü. Genç Müslümanlar hareketinin lideri olarak Boşnakları İslam’da dirilişe davet etti. 1940’lı yıllarda tebliğ faaliyetleri yüzünden üç sene hapis yattı. Yılmadı. Düşmanın göz kamaştırıcı gücüne aldırmadan ve maruz kaldığı musibetlerin hayra matuf olabileceğini hiç aklından çıkarmadan mücadelesini sonuna kadar sürdürmeye azmetti. “İslami Beyanname” ve “Doğu ile Batı Arasında İslam” adlı kitaplarıyla yepyeni bir günü müjdeledi.

1983’te, bir grup dava arkadaşıyla beraber, Yugoslav devletine karşı fundamentalist bir komplo kurduğu iddiasıyla yargılanıp 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1989’da, ilan edilen af sayesinde hapisten çıktıktan kısa bir süre sonra, Demokratik Hareket Partisi’ni kurdu. Ay yıldızlı yeşil bayraklar taşıyan coşkulu kalabalıkların omuzları üzerinde Bosna-Hersek Cumhuriyeti Başkanlık Konseyi Başkanlığı’na yükseldi. 1992’de bağımsızlığını ilan ederek Yugoslavya’dan ayrılan Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin kurucu lideri oldu.

Etnik ve dini ayrım yapmadan bütün Bosna-Hersek vatandaşlarına adalet vaat etti. Sırp Ortodoks ve Hırvat Katolik toplumlarının önderlerini ziyaret ederek, barış içinde birlikte yaşama fikrine sadakatini ortaya koydu. Sırplar ve Hırvatlar buna ilan-ı harple cevap verdiler. 200 bin silahsız Boşnak hunharca katledildi. Bu katliam O’nu fena halde sarstıysa da intikam adına adaletten sapmayı aklının ucundan bile geçirmedi. Kurduğu ordunun askerlerine, fethettikleri şehirlere dehşet değil esenlik götürmelerini emretti. Sırp kuşatması altındaki Saraybosna’da Boşnak idaresi altında yaşayan Sırpları “bu savaşın en büyük mağdurları” arasında saydı; “Dağlardaki Sırplardan hain, şehirdeki Boşnaklardan ise potansiyel hain muamelesi gören bu insanlar, korkunç bir yalnızlık hissinden muzdaripler. Onlara şefkat gösterin” dedi. Savaşla ahlakın ve siyasetle ahlakın asla bağdaşmayacağını ileri süren pragmatistleri bıkmadan, usanmadan tekzip etti. Boşnak halkını uçurumun kenarından döndüren, belki de bu ahlaki duruşun çektiği rahmet ve bereket olmuştur.

Hiç şüphe yok: Aliya İzzetbegoviç, Rahmet Peygamberi’nin ümmetine yakışan bir devlet adamıydı. Biz O’ndan razıyız, Cenâb-ı Allah da razı olsun.

(Milli Gazete, Ekim 2003)

***

Aliya’nın cenazesinde tekbir getiren yüzbinlerin verdiği mesaj

Hani, nerede Avusturya Macaristan
İmparatorluğu?

Nerede Sırp-Hırvat Krallığı?

Nerede Ustaşa devleti?

Nerede Komünist Yugoslavya?

Nerede Çetnikler?

Güya sileceklerdi bizi bu topraklardan…

Güya kökümüzü kurutacaklardı…

Hani, neredeler şimdi?

Biz buradayız.

125 yıldır vurulduğumuz yerde.

Dimdik ayakta.

Allah-u ekber ve lillahi’l hamd.

(Gerçek Hayat, 31 Ekim 2003)

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum