Atsız: Zaman, mekân ve ruh
Edebiyat yalnız akılla yapılmıyor. Akla duygu da eklemek gerekiyor. Belki zor olan bu duygu bileşeni… Duygu yerine “ruh” da diyebilirsiniz. Galiba aynı manaya geliyor. Edebiyata ruhun katkısını bazen mistiklerin trans hâline benzetebilirsiniz. Hani dervişlerin mekân ve zaman değiştirmesi vardır ya… Bilhassa romancılar aynen öyle yapar. Bulundukları mekân ve zamandan başka mekânlara, başka zamanlara… En karmaşığı sanatçının, zaman ve mekân değiştirmesi yetmezmiş gibi bir de başka bir insanın içine hulul etmesidir. Üç oldu… Ben bu hâllere tayyi-mekân, tayyi-zaman ve tayyi insan diyorum.
Bu yazı Atsız hakkında. Okuyanlar hemen Ruh Adam’dan bahsettiğimi anlayacaktır. Doğru. Ruh Adam’da günümüzün Yüzbaşı Selim Pusat’ı, aslında Tanrıkut Mete’nin sevdiğini oklama emrini yerine getirmediği için ızdırap çekmektedir. Mete’nin yüzbaşısı ve onun bugüne geldiğinde Güntülü’ye tayy eden sevdiği; bu Uygur masalını 20. asırda devam ettirirler.
EDEBİYAT FAKÜLTESİNDE BOZKURTLAR
Biliyor musunuz? Aslında milliyetçilik de budur. Milletimin geçmişini, ana-babalarımızı, onların ana babalarını ve onların… Tanrıkut Mete’ye kadar hepsini hemen burada hissetmektir. Çocuklarımızı, torunlarımızı, onların çocuk ve torunlarını da... Milletinin varlığını, geçmiş ve geleceği ile hisseden, bugünün ezelden ebede akan millet nehrinin sadece bir parçası olduğunu hisseden insan, şüphe yok ki ölümsüzlüğü tatmıştır.
Atsız bunu sadece Ruh Adam’da yapmıyor. O devamlı mekânlar, zamanlar, ruhlar arası yolculuktadır. Bakınız Bozkurtların Ölümü’nün elimdeki nüshası nasıl başlıyor. Elimdeki nüshası dedim. İlk gençliğimden hatırladığım bu parça sanki bazı baskılarda eserden çıkarılmıştı. Bozkurtlar’ı yazan genç Edebiyat Fakültesi öğrencisi yazdıklarını okumayı teklif eder:
“Bu teklif oradakilerin hepsine birden hoş geldi. Halkayı biraz daha daraltarak bu düşünceye iştirak ettiklerini gösterdiler. Aydede bile iyi işitebilmek için biraz daha alçalmıştı. O sırada sanki birdenbire her şey değişti: Öğrenciler pansiyonu olan evin yerinde şimdi 1300 yıllık bir Türk çadırı vardı. İnce yapılı kız gürbüz, sağlam, çekik gözlü bir bozkır kızı olmuştu. Erkeklerin saçları uzayarak omuzlarına dökülmüş, başlarında birer börk peyda olmuştu. Ceketleri kaftan, iskarpinleri çizme hâline gelmişti. Edebiyatçının elindeki klâsik eser şimdi bir kopuz, fencinin dolma kalemi bel kemerine asılı bir bıçaktı. Hepsi çimenlere bağdaş kurmuşlar, kılıç yaralarıyla çentilmiş sert yüzlerine başka bir anlam veren ala ve yeşil gözleriyle Tonyukuk’a bakıyorlardı. Müstakbel romancı da belindeki kılıçla heybetli bir er olmuştu. Hiç nazlanmadı ve ağır bir sesle şöylece anlatmağa başladı.”
ATSIZ OLMASAYDI ONLAR UNUTULURDU
Zaman, mekân ve insan içindeki gidiş gelişler Atsız’da sık görülür. Bir edebiyat oyunu mu? Hayır. Atsız zaten bu gidiş gelişlerin insanıdır. Göktürkler Çinlilere esir düşünce, esirler arasında götürülen Yüzbaşı Sançar kahkaha atmaya başlar. Onu güldüren manzara, koskoca pehlivan Yamtar’ı, “keçi kadar Çinli’nin” esir alıp çeke çeke götürmesidir. Sançar’ın gülme krizlerini arkadaşları bilir. Tedavisi, onu bir ata bindirip atı deli gibi koşturmaktır ama o şartlarda bu mümkün değildir. Çinliler, susturamadıkları Sançar’ı ok, kılıç, kargı, ne bulurlarsa onunla yere serip kanlar içinde bırakırlar. Kafile yoluna devam eder. Romandan aktarıyorum, mekân, zaman ve ruh değiştirmelerine bir bakın:
“Bozkıra gece inmişti. Gökte parlak bir ay, havada serin bir rüzgâr vardı. Yüzbaşı Sançar’ın oklarla delik deşik, kılıç ve kargılarla paramparça olmuş gövdesi toprak ananın göğsünde yatıyordu. Yattığı yer kıpkızıl olmuştu. Güneye dönük olan yüzü hâlâ gülümsüyordu. Bu gülümseyen yüzde Çinlilerle alay eden, kendi kötü talihlerini yeren, Kara Kağan’a kızan bir anlam vardı. Bu kahkahaların çınladığı yerden çok uzak bir yerde, kahkahaların göğe yükseldiği zamandan çok zaman sonra, bir yazıcı, Gök Türklerin torunlarına bildirinceye kadar bu kahkahalar, bu şanlı alay ve şanlı ölüm unutulup gidecekti.”
ATSIZ TANRI DAĞI’NDA
Atsız edebiyatçıdır. Benim zevkim ve ölçülerimle zirvede bir romancıdır. Fakat edebiyat Atsız’ın sadece bir yönüdür. Atsız aynı zamanda bir hareket adamıdır, bir mücadele adamıdır, bir fikir önderidir. Çevresinde hangi fırtına eserse essin daima doğru yönü gösteren bir pusuladır. Bir kişi yoktur ki Atsız’ın ömrünün herhangi bir döneminde, “Şimdi böyle söylüyor ama ya yarın?” diye sormayı aklından geçirsin. Günümüz siyasetçileriyle en çarpıcı farkı herhâlde budur.
Son yer, mekân ve ruh değiştirmesini 1975’in 11 Aralık günü yaptı. O gidişi de başka bir Türkçü sanatçı, rahmetli Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Atsız Tanrı Dağı’nda şiiriyle anlattı. Şu iki beyit, ikisine de nasıl yakışır:
O gün Tanrıdağı'nda tan ağardı çağda,
Dediler Oğuz Han'ın otağına giren var.
Ve Tanrı-Kut Mete'nin huzurunda Atsız'ı
Kür Şad'la Kül Tigin'le diz vururken gören var.
______________________________
Dün, Atsız’ın 50. vefat yıl dönümüydü (11 Aralık 1975). Türk Edebiyatı Dergisi, bunun anısına Aralık sayısını Atsız özel sayısı yaptı. Bu yazı bu ay orada yayımlandı.
