Bilimsiz uçmak

Geçen Pazar Taha Akyol’un yazısının başlığı, “Türkiye Bilimin Neresinde?” idi. Rahmi Koç Bilim Madalyası alan Prof. Ufuk Akçiğit’in tespitlerini anlatıyordu. Türkiye’de bilim üretim istatistiklerini, üniversitelerin bilim verimini veya verimsizliğini… Yani işin aslını. Akçiğit’in yaptığı gibi sayılara, ölçümlere dayanarak.

Ben biraz daha yumuşak bir gözlükle bakmak istiyorum. Siyaset sahnemizde, partilerin demeçlerinde, basınımızın haber başlıklarında bilimden nasıl bahsediliyor? Bilime yaklaşım zaman içinde nasıl değişti? Mesela son elli yılda daha bir bilim meraklısı, bilim sevdalısı mı olduk yoksa sular ters yöne mi aktı?

BİR ZAMANLAR TÜRKİYE’DE

Üzülerek hemen söyleyeyim. Mesela 1960’larda, 70’lerde siyaset ve fikir odaklarının tamamında konu olarak bilim, bugünkünden daha öndeydi. Merhum eşim Emine Işınsu’nun çıkardığı Töre dergisinin yazarlarına bakmak bir fikir verir. Mehmet Eröz, Erol Güngör, Necmettin Hacıeminoğlu, Mustafa Kafalı. Her biri kendi alanında Türkiye’nin en değerlilerinden hocalar. Aylık fikir ve sanat dergisi Töre, 14 000 tiraja ulaşmıştı ki bu sayıyı bu tarz bir yayında yakalamak bugün mümkün değil. Bugün Türkiye’nin nüfusu o günkünün iki katıyken.

Bir yayının etrafından çıkıp genel olarak Türk siyasi ortamını hatırlayayım… Siyasi partilerin mutlaka bir görüşünün ve mutlaka bir kalkınma programının, bir ekonomi tezinin olması beklenirdi. Türkiye’yi nasıl kalkındıracaklarını açıklamaları, bu kalkınmanın adım adım sebep-sonuç zincirlerini anlatmaları beklenirdi. Gerçekçi ve bilime dayanır bir şekilde. Uçacağız, kaçacağız, Türkiye Yüzyılı falan gibi hayal edilen sonuçlardan, sloganlardan ve vaatlerden ibaret değildi o tezler. Emekli köşeyi dönecek, asgari ücretle ev alınacak falan diyenler bunları nasıl gerçekleştireceklerini de açıklamak zorunda hissederlerdi kendilerini Vaat varsa ancak teklif edilen programın sonucuydu o vaat, çıplak iddialar değil.

BİRİNCİ SINIF BİLİM ADAMI

Hatırlayayım dedim. Hatırlayınız diyemem, çünkü okuyucularımın önemli bir yüzdesi o günleri hatırlayacak yaşta değil. Fakat düşünün, bir Mümtaz Turhan, “Garplılaşmanın Neresindeyiz?” diye bir kitap yazıyor ve şunu söylüyor: Türkiye’de 40 000 köy var. Bu dağınıklık içinde her köye eğitim götürmek mümkün olmayacağı gibi bu yapıda sanayi ve kalkınma da kolay değildir. Köylerin yakınlığına ve coğrafyanın şartlarına göre bunların birkaçının ortasında yeni bir yerleşim kurarak veya bir orta köy seçilerek hizmetin ve kalkınmanın oralara odaklanmasını sağlamalıyız. Mümtaz Hoca, bu merkez yerleşimlerinin kadrolarını bile düşünmüştü. Her birine kendi mesleğinden bir kişi de yerleştiriyordu; bir sosyal psikolog. Yalnız plan değil uygulama da bilime dayanacaktı.

Bu, bir sosyal psikoloğun teziydi. Ama tez olarak kalmadı. Birden çok parti bu düşünceleri, bu planı alıp işledi; kendi ilkelerine göre yeniden üretti. Biri Tarım Kentleri dedi, biri Köykent dedi ve bu tezlere dayanarak oy istediler.

Biz Turhan’ın tezine ve onu benimseyen siyasete yüz vermedik. Sonuçta o 40 000 köy, şehirlere aktı. Köykentler yerine köylü şehirler oluştu. Buna bilimde sanayisiz şehirleşme deniyor. Turhan Hoca, sanki bu sonucu görür gibi şöyle yazmıştı: Bir cahile okuma yazma öğretirseniz, okuma yazma bilen bir cahil elde edersiniz. Mümtaz Turhan’ın ana fikri, ülke kalkınmasının ancak birinci sınıf bilim adamlarıyla gerçekleştirilebileceği, bu insanların da birinci sınıf üniversiteler ve araştırma merkezlerinde çalışacağıydı. Burada da Akçiğit ve Akyol’a geliyoruz. Anahtar kelime: Birinci sınıf!

NUTUK ATSAK OLMAZ MI?

Töre’den bahsettim. Siyasete daha yakın yayınlar da vardı. Solda Yön, sağda Yol… Bunlarda da bilim insanları çoğunluktaydı. Yol’da Mümtaz Turhan Hoca bizzat yer alırken genç Erol Güngör de Kırşehirlioğlu müstearıyla yazıyordu. Yol deyince Tarık Buğra’yı da anmak gerekir. Yön’ün ve genel olarak solun kadrolarında da sosyologlar ve iktisatçılar yazardı. Niyazi Berkes, Sencer Divitçioğlu, Cahit Tanyol, Sadun Aren ve diğerleri…

Bugünkünden çok farklı bir düşünce ve siyaset dünyamız varmış değil mi? Heyhat. O zamanın fikir partileri bugünün küfür partileridir.

Şimdi birileri “Milleti umutsuzluğa sürükleme. Kalkınmadık mı? Eskiden evlerde çamaşır makinesi, televizyon mu vardı?” gibi şeyler söyleyecekti. Hani kapıcıların bile otomobili var ya… Çıkar bakayım cebinden telefonunu!

Bunlar doğru doğru olmasına da dünya cebimizdeki telefonla, evdeki bulaşık makinesiyle dönmüyor. Türkiye’yi bankaya yatırsanız yılda şu kadar büyür. Ancak sahra altı Afrika’sı gibi acı şartlardaki ülkelerde gerileme olabiliyor. O bile her zaman değil.

Bir ülkenin başarısı kendi kendisi ile mukayese edilerek ölçülmez. Diğer ülkelere göre konumuyla anlaşılır. Bu sütunda size İrlanda ile Türkiye’nin, Güney Kore ile Türkiye’nin ve OECD ülkeleri ortalaması ile Türkiye’nin on yıllar boyunca refahının grafiklerini vermiştim. Bu grafikler bir başarı hikâyesi anlatmıyor. Ne 20. yüzyılın son çeyreğinde ne de 21. yüzyılda. (https://bit.ly/kayasert https://bit.ly/ayasert )

YORUMLAR (9)
9 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.