Çekim değil itim partileri

Geçen asrın partilerine bakıyorum, bir de şu anın partilerine. Ta derinlerde esaslı bir fark var. Daha yirmi yıl önceye kadar siyasî partiler, neye taraftar olduklarını anlatırlardı. Şimdikiler daha ziyade neye karşı olduklarını anlatıyor. Taraftarlığı anlatmaya pozitif propaganda diyelim; hikâyesini karşı oldukları üzerine kurmaya ise negatif propaganda. Liderlerin konuşmalarına bakınız: Hep negatif, hep karşı duruş hâkim.

Boşandığı eşle kavga

İktidar konuştuğu zaman muhalefetin aslında bölücülerle, daha somut olarak HDP ile iş birliği, dirsek teması içinde, yan yana, omuz omuza olduğunu söylüyor. Bir de, epey azalmakla birlikte hâlâ devam eden, muhalefetin FETÖ’cülüğü hikâyesi var. Konu ne olursa olsun, dönüp dolaşıp bu iki noktaya geliyorlar. “Geçim sıkıntısı!” deniyor; cevap: “Ama siz bölücülerle iş birliği içindesiniz!” Piyasa alt-üst oldu deniyor, “Sizi gidi terörist seviciler sizi!” cevabını alıyorsunuz.

Ak Parti’nin bu iki unsurla geçmişini hatırlayabilirsek… Oslo, Dolmabahçe mutabakatlarını, “Canınızı sıkan valiler varsa bildirin, değiştirelim.” vaatlerini, akil adamları ve en yakında İstanbul belediye başkanı seçimlerinde Öcalan soyadlı birini televizyona çıkarmayı… FETÖ için “Bitsin bu hasret.”ten, “Menzillerimiz aynıydı.”lara… Bunları hatırladığımızda, iktidarın bugünkü negatiflik stratejisi şu manzarayı andırıyor: Eski nikahlısıyla kavgasını sürdüren boşanmış eş! Öyle ya, en şiddetli kavgalar boşanmış eşler arasında yapılır. Derler ki bu bir cins, “Unutamam seni.” şarkısıdır.

“Bu iddiaların suç isnadı, niçin hukuka başvurmuyorsun.” dendiğinde cevap alınamıyor. Ben iktidarın yerinde olsam- içimden- “Pışşşk. Hukuka başvurayım da ana propaganda silahımı kayıp mı edeyim!” derdim. Belki de diyordur- içinden.

Güce dayanmak

Muhalefet de çok farklı değil. Tek adam sistemine karşılar. İktidarın hak, hukuk, adaletsizliğine karşılar. Ve tabi iktidarın sebep olduğu yoksulluğa, pahalılığa, piyasa dengesizliğine, TL’nin belirsiz hâle gelişine karşılar. Muhalefet tabiatıyla iktidarın yanlışlarını, yol açtığı sıkıntıları dile getirecektir. Fakat arada sırada “Biz şunu şunu şunu yapacağız.” çıkışları da beklemek hakkımız değil mi? Bu söylem de var ama “Onlar gibi yapmayacağız.“dan ibaret kalıyor. Yani yine iktidara bağlı, onun zıddı, reddi olmakla yetiniliyor.

Bir de iktidar dindar ya, “Bakın aslında biz de dindarız.” çıkışları var. Şüphesiz bu çizgi de iktidara endeksli. CHP’nin “Helalleşme”, İyi Parti’nin “Ömer’in yolu” ağırlıklı olarak, “Ben de, ben de!” diye algılanıyor.

Hâlbuki yönetim stratejisinde “güce dayanmak” diye bir kural vardır. Yönetim bilimin babası sayılan Peter Drucker’ın verdiği isim bu. Güce dayanmak, rekabet ederken kendi güçlü olduğun yönleri vurgulamak, onları daha da güçlü hâle getirmektir. Güçsüz olduğun yönlerinden, mesela rakibin öne çıkardığı unsurlardan da hiç bahsetmemek fakat eksikliklerin varsa da gürültü yapmadan onları tamir etmektir. Ama ana strateji, ana hareket, güçlü olduğun cephelerde taarruza geçmek, rakibi o alana çekmektir.

Unutulan çoğunluk

Bu arada bütün partilerin ihmal ettiği en büyük kitle var. Gerçekten insanın ağzı açık kalıyor. Area kamuoyu araştırma şirketinin Eylül 2021 anketinde “Kendinizi en çok hangi sosyo-politik kimlikle tanımlarsınız?” sorusuna Milliyetçi ve Atatürkçü cevabını verenlerin yüzdesi sırasıyla 35,2 ve 33,9. İkisinin toplamı %69,1. %16,1 ile Sosyal Demokrat ve %14,8 ile Muhafazakâr açık ara arkadan geliyor. Siz son zamanlarda bir siyasî partimizin milliyetçiliğini veya Atatürkçülüğünü vurguladığını duydunuz mu? Belki İyi Parti’nin “Atatürk’ün izinde” si hâriç ama o da “Ömer’in yolu”ndan sonra geliyor.

İlk üç tercihi en çok hangi partiden beklersiniz? Tarihî konumu itibarıyla da CHP’den. Onun altı okundan “Milliyetçilik” en uzun ve merkezdeki oktur. Atatürkçülük de en çok ona yakışırdı, değil mi? “Atatürk’ün partisi” derler sık sık. Sosyal Demokratlığı da diğerlerinin hepsinden önce sahiplenmesi, dillendirmesi gerekirdi. Üçünden de tık yok. Belki “Bizim her yaptığımız, her dediğimizde bunlar ‘mündemiçtir’” diyeceklerdir ama bazı yetkili beyanlarından pek böyle anlaşılmıyor.

Evet, yirmi, otuz, kırk yıl önce böyle değildik. Doğruydu veya yanlıştı ama her partinin kendine has, onu diğerlerinden ayıran bir temel tezi vardı. İnsanlar bu tezin çekimiyle gelirdi, sevmediklerinin itimiyle değil. Çoğunlukla “Ona karşıyım!”la, az biraz da “Ben de aslında onun gibiyim!”le tanımlamazlardı kendilerini. “Ben benim, ben buyum!” derlerdi.

Not: 19.12.2021 yazıma gelen, yerden göğe haklı bir yorumu aşağıya alıyorum. Okuyucuma teşekkür ederim. İnternette insanlar hataları birbirinden kopyalıyor. Ben de öyle yapmışım. Hâlbuki ahenksizlik belliydi ve Akif’e yakışmazdı.

Karar okuru / 19 Aralık 2021 07:10
Sayın yazar, mealen aktarsanız neyse, tırnak içinde, şiirin aslı gibi yazmışsınız. Doğrusu şöyle:

“Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir ?
Onu, en çolpa herifler de, emin ol becerir
Sade sen gösteriver ‘İşte budur kubbe’ diye
İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye
Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhat, o zaman
Bir Süleyman daha lazım yeniden, bir de Sinan”

YORUMLAR (14)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
14 Yorum