Niçin gelişmiş ülke değiliz?

Kendimi bildim bileli aklımdaki, yüreğimdeki soru budur. Bu soruyu saplantı hâline getiren yalnız ben değilim. Eminim milyonlar da aynı soruyu sordu, soruyor. Niçin Geri Kaldık?’tan Alt Akıl’a kitaplarımın ve çoğu yazılarımın altında da bu soru yatar. Soruya bir cevap bulursunuz, diyelim ki “A’dan ötürü kalkınmış ülkeler arasında değiliz.” dersiniz; hemen arkası gelir, “Peki, A’nın sebebi nedir?” Böylece devam eder…

Benim lise çağım, 1960 darbesi ve onu izleyen fikir, doktrin, ideoloji karmaşasına denk gelir. O dönemlerde bu soruya bol bol mühendisçe sebepler, sonuçlar, çözümler bulunuyordu: Köyden şehire göç; enerji dar boğazı; tasarruf, yatırım... Bunlar insana değil, maddi şartlara dayanan çözümlemelerdi ve muhtemelen yerden göğe haklıydılar da. O zamanki aklımla ben, epey farklı bir sonuca varmıştım. Şöyle ki: Almanya ve Japonya, İkinci Dünya Harbi’nden birer harabe hâlinde çıkmıştı. Bilhassa Almanya açlık ve sefalet içindeydi. Bölünmüş, sanayisinin büyük kısmı tahrip edilmiş, doğusunda kalan fabrikalar Rusya’ya taşınmış, çalışma çağındaki nüfusun büyük kısmı yok edilmiş… Ben, 1960’lardan baktığımda Almanya çoktan kendini toplamış, Avrupa’da ve dünyada tekrar başa güreşiyordu. Kol emeği gerektiren işlerde çalıştırmak için bizden işçi alıyordu ve bizim insanımız oraya gitme kuyruğundaydı. Ağır yenilginin, felaketin üstünden henüz 20 yıl bile geçmemişti. Yani bizim Ak Parti iktidarının süresinden daha kısa bir zaman.

ALMANLARDAN FARKIMIZ NE?

“O hâlde”, dedim, “gelişmişliğin sebebi, maddi şartlardan önce insana dayanıyor.” Acı gerçek şu idi: Bizi Almanya’ya, Almanları buraya taşısalar, yirmi yıl sonra Alman coğrafyası “kalkınmakta olan ülke”, buna karşılık Türkiye, Avrupa’nın bir numarası olacaktı! Öyle mi? Galiba öyle. O hâlde milyon liralık soru şu: Alman insanı ile Türk insanı arasında, birinciyi kalkındıran, ikinciyi bir türlü kalkındıramayan fark nedir?
İşte bu sorulara verilen cevaplardan biri şudur: “İnsan Sermayesi ~ Human Capital”.

Bu, diğer bütün sermayelerden kıymetli bir sermaye muhakkak. Fabrikalar sermayedir. Yollar, köprüler, araçlar, uçaklar, hazinedeki altınlar… Bunların hepsi maddi sermayedir. İşte bütün bunları sıfırlamış bir Almanya vardı ve çok şükür, kılına bile dokunulmamış bir Türkiye. Sonra... Sonra İnsan Sermayesi ile Almanya tekrar Almanya oldu ve biz bütün olumlu şartlara rağmen gönlümüzdeki Türkiye olamadık.

Nedir bu İnsan Sermayesi? Her şeyin bir ölçüsü var. İnsan Sermayesi’nin de… Zaten ölçemediğiniz şey üzerinde konuşmak zordur. İnsan Sermayesi, tek tek insanlarınızın bilgi ve becerilerinin toplamıdır. İnsanlarınızın diplomalarıdır ama aynı zamanda o diplomalarının kalitesidir de. Çalıştıkları meslekteki tecrübeleri, kaç yıldır o işte ustalaştıklarıdır.

İNSAN SERMAYEMİZİ ARTTIRALIM O HÂLDE

Cevap buydu. Bizim İnsan Sermayemiz, Almanya’nın epey gerisindeydi.

O hâlde gençlerimizi okutmalıydık. Mezunlarımızı ustalaştırmalıydık. Gerekirse yurt dışına yollayıp bilgi ve beceri kazandırmalıydık. Yapmalıydık, etmeliydik dedik. Diyoruz. Bu hâlâ çözülmemiş meselemizdir. Nereden mi biliyorum? Eğitimi de ustalaşmayı da ölçen çalışmalar var. Dünyanın birçok ülkesinde, 15 yaşındaki gençlerin bilgi ve becerilerini ölçen PISA sınavı var. Yetişkinlerin bilgi ve becerilerini ölçen PIACC var. Üniversitelerimizin dünya üniversiteleri sıralamasındaki yeri, bir başka İnsan Sermayesi üretme ölçüsü. Bunlara girmeyeyim, tekrar olur. Bu sınavların, sıralamaların sonuçları yüzümüzü güldürmüyor.

Dünyada parmakla gösterilen bir eğitime sahip değiliz. Değiliz ama sanki bize inat, pırıl pırıl gençlerimiz de yok değil. Yok değil de onların başarı hikâyelerinin çoğu, “Amerika’da bir Türk…”, “Almanya’da iki Türk…” diye anlatılıyor.

85 MİLYONDAN YETERLİ İNSAN ÇIKAR

Anlaşıldı. Gençlerimizi kalkınmış ülkelerdeki düzeylerde eğitemiyoruz, eğittikten sonra ustalaştıramıyoruz. Eğittiklerimizi ve ustalaşanları da elimizde tutamıyoruz. İnsan Sermayesi ölçümlerinde yukarı doğru bir hareket yok. Diplomalarımızın değeri artmıyor, azalıyor.

Fakirleştikçe, paramız devalüe edildikçe bizi haczediyorlar. Yani alıp götürülebilecek neyimiz varsa, bizim değersiz paramıza karşı onlar, değerli paralarıyla ucuz ucuz satın alıyorlar. Bu ürettiklerimiz de olabiliyor, vatandaşlığımız da menkullerimiz de gayrı menkullerimiz de ve yetişmiş, ustalaşmış insanlarımız da.

Onları da haczediyorlar. “Haczetmek” değerinin altında satın almaktır. Öyle oluyor. Giderlerse gitsinler diyoruz ya böyle dememize de gerek yok, zaten gidiyorlar.

Bunlar ortalamaları anlatan sözler. Fakat biz ortalamamızdan ibaret değiliz. Bu ortalamayı yukarıya doğru delip geçen gençlerimiz var. Değerli girişimcilerimiz var. Bakın biz büyük ülkeyiz; 85 milyonuz.

Yüzde onumuz gereken düzeyi yakalasa… Sadece yüzde onumuzdan bir Avusturya, bir buçuk Finlandiya, iki İrlanda çıkar. O değerlerimiz niçin mükemmellik merkezleri oluşturmuyor? Kendi kendini üretip çoğaltmıyor? Ülkeyi tutup yukarı kaldırmıyor?

Niçin? İşte bu son “niçin”in cevabı da bir başka sermaye: Toplum Sermayesi. Onu da yazacağım.

YORUMLAR (153)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
153 Yorum