Bölmek için değil daha güzel şehirler için seçim
Yerel seçim kampanyalarının genel seçim havasında yürütülmesine oldum olası alışamadım. Zira şu anda genel seçim yapmıyoruz, ayrıca 31 Mart yerel seçimlerinin sonucunda bir iktidar değişimi de olmayacak, o işi beş yıl sonra düşünürüz. Şimdi yapacağımız iş, yaşadığımız şehirleri yönetecek başkanları seçmek...
Ancak siyasi partilerin meydanlara yansıyan kampanyalarına baktığımızda bir yerel seçime değil, iktidarı değiştirecek bir genel seçime gidiyoruz sanki... Her tarafta domates-patlıcan hikayeleri, bedelli askerlik vaatleri, KDV iadeleri konuşuluyor. Denebilir ki, ne mahzuru var? Elbette bir mahzuru yok, ama şehirlerin sorunlarını kim nasıl çözecek onu bilmiyoruz. Çünkü adaylarımız bize yönetmeye talip oldukları şehirlerle ilgili projelerini değil, beka sorununu ve bölünme tehlikesini anlatıyorlar.
-Oysa ben İstanbul’da yaşayan bir vatandaş olarak adayların trafik sorununu nasıl çözeceklerini bilmek istiyorum.
-Vahşi şehirleşme yüzünden dillere destan tarihi güzelliğine hasret kaldığımız İstanbul’u kim nasıl kurtaracak öğrenmek istiyorum.
-Malum şu günlerde deprem kendisini sık sık hatırlatıyor. 1999’da yaşadığımız o büyük depremden bu yana, kentsel dönüşümde neden bir arpa boyu yol alamadığımızı birilerinin izah etmesini bekliyorum.
-Halen şehrin içindeki avuç içi kadar yeşil alanlara bile bina yapılmaya devam ediliyor, yeni başkan adaylarının bu hoyratlığı sürdürüp sürdürmeyeceklerini öğrenmek istiyorum.
İşte şehirlerimizin çözüm bekleyen bunca sorunu varken, siyasetçilerin “Şu partinin adayı başkan seçilirse memlekette bölünme tehlikesi ortaya çıkar” benzeri söylemleri dillendirmesini açıkçası abesle iştigal olarak görüyorum. Herkesin malumu olduğu üzere, şu anda Türkiye’de anayasal ve yasal çerçevede faaliyet gösteren legal siyasi partiler var. İşte bu partilerin gösterdiği belediye başkan adayları 31 Mart’ta yarışacaklar ve sandıktan galip çıkanlar şehirlerimizi yönetmeye hak kazanacaklar. Kaldı ki yasanın zorunlu kıldığı kriterlere uymayanlar zaten aday olamıyorlar.
Eğer bu ülkede kişisel kanaatler değil de, yasalar geçerliyse ve mevcut partiler de yasalara göre faaliyet yürütüyorsa, demek ki tamamı legal demektir. Bütün partilerle Meclis’te memleketin sorunlarını birlikte müzakere edip, sonra da onları sanki illegal partilermiş gibi lanse etmek hiç anlaşılabilir bir durum değil. Hal böyle olunca, herhangi bir siyasi partinin adayı seçimi kazanması durumunda memleket nasıl bölünecek doğrusu onu anlamakta zorluk çekiyorum.
Geçtiğimiz günlerde MHP’nin genel başkan yardımcılarından birisi aynen şu ifadeleri kullanıyordu: “Bölünme önce yerelden başlar. Siz demokratik ölçüyü kaçırır, emaneti ehline vermezseniz, yerel seçimlerle alakalı önce muhtariyetler, sonra bağımsızlık istekleri ortaya atılmaya başlanır.”
Siyasi partiler seçimlerle ilgili farklı yorumlar ve eleştiriler elbette yapacaklardır, bunda hiçbir mahzur yok. Ancak herhangi bir şehirde, ilçede, kasabada falan parti seçimi kazanırsa ‘bölünme tehlikesi ortaya çıkar’ diyorsanız, o zaman işler değişir. Eminim MHP’li yetkili, bu ifadelerin ne anlama geldiğinin farkındadır. Hemen hatırlatalım, bu ülke büyük bir medeniyetin mirasçısı olan güçlü bir ülkedir. Dahası, bir kasabada sevmediğimiz bir partinin adayı başkan seçildi diye bölünecek bir ülke de değildir.
Kim nasıl düşünür bilemem, ama ben bu tür düşüncelerin bu ülkenin savunma güçlerine ve güçlü devlet geleneğine güvensizliğin sonucu olduğu kanaatindeyim.