Ömer Erdem’in şiirini nasıl okumalı…

Birkaç haftadır masamın üzerinde Ömer Erdem’in yeni şiir kitabı “Güneş Kalır Bir Başına” (1) duruyor. Bunu ‘kitap geldi ve bir köşeye bıraktım’ anlamında söylemiyorum elbette. Kitap gelir gelmez bir solukta okudum ve yeniden okumak üzere göz hizasında bir yer koyarak irtibatı sürekli kıldım diyelim…

Ömer Erdem nitelikli ve derinlikli bir şair, dolayısıyla şiirlerini ilk okumadan sonra zihinde dinlenmeye bırakmak gerekiyor. Zira bu şiirler daha içeriden okumayı hak edecek bir özellik taşıyor. Bu yüzden ben de şiirin içindeki patikalarda biraz dinlenerek, biraz vitamin değeri yüksek müziklerle buluşarak ve de hayatla şiir arasındaki anlam haritalarını izleyerek yürümeye özen gösteriyorum.

Çünkü Ömer Erdem’in şiiri hayatımızı kuşatan ve sıradanmış gibi gözüken bütün ayrıntıları ince bir işçilikle şiirsel bir evrene dönüştürüyor.

Eğer Erdem’in şiirini, imgelerin derinine inmeden çalakalem okursanız müphem bir şiir olduğunu söyleyebilirsiniz. Ama dizeler arasında akan anlam ırmağına eğilip daha yakından bakmayı başarabilirseniz asıl şiirin o derinlikte yeşerdiğini rahatlıkla görebilirsiniz.

Geçtiğimiz hafta Alaattin Karaca KARAR’daki köşesinde Ömer Erdem’in şiiriyle ilgili “Öfkeli ve hüzünlü bir şiir Erdem’inki” şeklinde bir tanımlamada bulunmuştu. Aslında sıradan bir okumayla Erdem’in şiirinde o öfke ve hüznü görmek mümkün değil. Eğer zihninizin kapılarını açarak okuyabilirseniz, şairin yaşadığımız dünyanın zalimliğine, sahteliğine yönelik ince sitemlerini derinden hissedersiniz.

/sabahın erken alacasında

budağına güneş çizmiş bir ağaç gördüm

önde deniz köpürüyor

güneş gözünde şimdi balıkların

ve kırık bir kemik gibi dimdik bulutta

çocuk olsaydı bir ağaç böyle yapardı

ağaçların çocuk olduklarına inanan km kaldı

…………………………

bir güneş çizme aklı nedir bir ağaçta

gölge huyu mu bırakırlar böylece yoksullara/

Bağırmayan, naif ve sessizce akan bir şiir yazıyor Ömer Erdem. Ama bu naiflik, hayatımızı kuşatan güce karşı dizelere yansıyan protest dile engel değil… “sert sözler” şiirindeki ince eleştirel tavır bunun en önemli göstergesi.

/çok sert sözler diyor gazeteler

burnunun tozuyla çok sert konuşmuş yine bir adam

çiçeklerin bile üşüdüğünü düşünmeden/

Bir şiiri hangi duygularla ve nasıl bir atmosferde okuduğumuzun önemli olduğu kanaatindeyim. Elbette herkesin okuyuş tarzı, şiirle arasındaki duyuş ve seziş akrabalığı farklıdır, mesela ben bir caz parçası dinlerken şiirin daha bir derinlik kazandığını hissediyorum. Ömer Erdemin’in şiir kitabına Miles Davis’le başlayıp Nina Simone ile bitirdiğimi söylemeliyim. Bilindiği gibi Nina Amerika’daki siyahi ayrımcılığa karşı direnişin şarkılarını söyleyen bir sanatçı. Erdem’in şiiriyle Nina’nın şarkıları arasında nasıl bir ilişki kurduğumu sorgulayabilirsiniz elbette. Açıkçası ne şiir okurken ne de müzik dinlerken sanatsal bir akrabalık arayışı içinde olmadım hiçbir zaman. Bu tamamen benim kişisel bir tercihim o kadar…

Her ne kadar açık bir sanatsal akrabalıktan söz edemesek de şiirle müziğin kadim ortaklığını da yok sayamayız. Nina Simone, ırk ayrımcılığına karşı keskin bir müzik diline sahip ama aynı zamanda aşk acısını deriden hissettiren hüzünlü şarkılar da söylüyor. Unutmayalım ki Ömer Erdem’in şiiri de, dip dalga halinde yükselen protest bir sese sahip…

Mesela bu yazıyı yazarken Nina’nın “I Wish I Knew It Would Be Free” şarkısını dinliyorum.

/Keşke bilebilsem

Özgür olmak nasıl bir şey

Keşke kırabilsem

Beni tutan bütün zincirleri

Keşke paylaşabilsem

Kalbimdeki bütün sevgiyi

Kaldırabilsem

Bizi ayıran parmaklıkları/

İşte size uçabileceğiniz kadar aşk ve özgürlük…

1-Everest yayınları, 2021

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum