NATO Zirvesi’nin ardından

NATO, Avrupa’yı saldırılardan korumak üzere 1949 yılında kurulmuş bir ortak savunma örgütü. Temel felsefesi caydırıcılığa dayanıyor. Caydırıcılık çökerse de etkin bir savunmaya. Soğuk Savaş’ın kazasız belasız atlatılmasında NATO’nun rolü büyük. NATO olmasaydı bugün bambaşka bir siyasi coğrafyada yaşıyor olabilirdik. Bizim de 1952’de üye olduğumuz ittifak sayesinde Amerika Almanya’da, Almanya ise Avrupa’da tutulabildi, Sovyetler Birliği de dizginlendi.

Soğuk Savaş bittiğinde NATO’nun işsiz kalacağı söylense de tam tersine hem işi, hem de üye sayısı arttı. En son olarak da Karadağ üye olurken, NATO dünyanın hemen her yerindeki sorunlarla ilgilenen bir ittifak haline dönüştü. Temel vazifesi, kurucu belgesi olan Washington Antlaşması’nın 5. Maddesi vesilesiyle hala caydırıcılık. Üyelerinden birine bir saldırı olduğunda, özellikle de Rusya’dan geldiğinde, anında karşılık vereceğini gösteren mekanizmalar geliştiriyor.

***

Ama tarihi boyunca ortak savunma anlamında sadece bir kez dişini gösterdi ve 11 Eylül saldırıları sonrasında Amerika’nın yanında olduğu mesajını verdi. O da zaten büyük ölçüde sembolik kaldı. Amerika kendi müdahalesini kendi yaptı. İttifaka sadece müdahale sonrası Afganistan’da istikrarı mümkün olduğunca sağlamak kaldı. Üyelerini belli bir coğrafi sınırlar içindeki topraklarına yönelik saldırılardan korumak üzere kurulan örgüt Bosna, Kosova gibi “alan dışı” müdahalelerde de bulundu.

Belki bundan sonra da bulunacak, belki de ileride IŞİD’e karşı verilecek mücadelede öncü rolü oynayacak. Ancak şurası gerçek ki NATO giderek hantallaşıyor, ortak caydırıcılık dışında rol oynaması zorlaşıyor. Tek bir tehdide ve onun belli başlı türevlerine karşı kurulmuş örgütü, sürekli genişleyip üyelerinin çıkarları çeşitlenirken, üstelik de üyelerinin güvenliklerine yönelik riskler sürekli farklılaşırken, herkesi tatmin edebilecek bir çizgide tutmak imkansızlaşıyor.

Doğal olarak her üye kendi dediği olsun, kendi çıkarları korunsun istiyor. Polonya ve Baltık ülkeleri farklı beklentiler içinde, Romanya ve Türkiye farklı. İttifakın Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa gibi “abileri” ise hem caydırıcı olalım, hem de Rusya ile gerilim yaşamayalım derdinde. Zaman zaman da ittifakı kendi gerekli gördükleri askeri müdahalelerinde kullanmaya çalışıyorlar.

***

İttifakta söz sahibi olmanız, isteklerinizi müttefiklerinize kabul ettirebilmeniz için askeri açıdan da, siyasi açıdan da güçlü olmanız gerekiyor. Türkiye ne yazık ki askeri açıdan da, siyasi açıdan da güçlü olduğu söylenebilecek bir ülke değil. NATO’nun tarihi boyunca caydırıcılığına katkıda bulunduğumuz gerçek, ama katkımız ne şimdi, ne de geçmişte bir İngiltere, hatta Fransa kadar olmadı. Güvenlik tabii ki ürettik ama daha çoğunu tükettik.

Siyasi açıdan da ittifakın sorunlu üyesi olduk. Demokrasimiz sorunluydu. Yunanistan’ın katkısı ve milliyetçi hırsıyla Kıbrıs yüzünden önce güney kanadını zayıflattık, sonra da AB-NATO ilişkilerinin derinleşmesini engelledik. Buna karşılık Afganistan başta olmak üzere pek çok yerde ittifakın amaçlarına katkıda da bulunduk. Fakat yine de ittifak içindeki siyasi ağırlığımızın arzu ettiğimiz kadar olduğunu söyleyemeyiz.

Eğer NATO’da etkili olmak istiyorsak, ittifak çıkarlarımızı daha iyi korusun diyorsak, sorunlarımızı çözmemiz, özellikle de Varşova Zirve Deklarasyonu’nun 129’uncu maddesinde şimdiye kadar hiçbir NATO Zirvesi’nde görmediğimiz demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü vurgusunun ne anlama geldiğini düşünmemiz şart. Bana kalırsa bu değerlere bağlılığın NATO’yu NATO yaptığının söylenmesi, bir sonraki maddede yolsuzluğun ve kötü yönetişimin güvenlik için bir sınama olduğunun belirtilmesi ciddiye alınması gereken uyarılar içeriyor…

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum