Ortak bir noktada buluşmak

Darbe teşebbüsünün hemen ertesinde AB ve ABD’nin siyasetçisiyle, basınıyla, kanaat önderiyle sergilediği tavır ibretlikti. 15 Temmuz gecesinde ne olduğundan çok öncesinde ve sonrasında ne olduğu ve olacağıyla ilgilendiler. Kimisi darbenin neden olduğunu, nelerin darbeye yol açtığını anlattı, kimisi de darbeden sonra olacaklara ilişkin endişelerini dile getirdi.

Oysa her şeyden önce yapılması gereken darbe teşebbüsünün açık ve amasız bir şekilde lanetlenmesi, eğer başarılı olsalardı darbecilerin yönetimindeki Türkiye’yi NATO’da, Avrupa Konseyi’nde tutmayacaklarını deklare etmeleriydi.

Onlarsa darbe travmasıyla boğuşan, demokrasisinin en temel unsurunu, yani iktidarların ancak seçimlerle değiştirileceği gerçeğini tescil etmeye çalışan bir ülkeye idamı kabul ederse AB’ye üye olamayacağını, insan hakları konusunda yanlış yaparsa NATO’nun ilkelerini çiğneyeceğini söylüyordu.

***

Söyledikleri doğruydu ama söyleme zamanı ve biçimi yanlıştı. Müttefiklerimizden beklediğimiz önce dayanışma, sonra da insan hak ve özgürlüklerine uyum konusunda cesaretlendirmeydi, benzeri bir darbe girişimi Fransa’da, İngiltere’de yaşansa nasıl davranırlarsa öyle davranmalarıydı.

Ama İngiltere dışında Batı bloğunda kimse beklediğimiz empati ve samimiyeti göstermedi. Rusya, İran ve Katar yanımızda durdu. Onların da samimiyetleri konusunda kuşkular vardı. Rusya, ama özellikle İran durumdan vazife çıkartıp, jeopolitik pozisyon kapmaya çalıştılar. Darbenin arkasında Amerika olabileceği düşüncesinden yararlanarak Türkiye’yi yanlarına, daha doğrusu yalnızlığa çekmeye çalıştılar.

Şimdi geç de olsa rüzgarlar farklı bir yönden esmekte. Önce ABD Genelkurmay Başkanı geldi, Meclis’i ziyaret ederek jest yaptı. Ardından da Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Jagland gelip tam da duymak isteyeceğimiz şeyleri söyledi. Darbe girişimi başarıya ulaşmış olsaydı, o Türkiye’yi aramızda istemezdik dedi.

Keşke diğer liderler de Türkiye’ye gelse, önce darbeye karşı demokratik dayanışma gösterse, sonra da Türkiye’deki gelişmelerden duydukları kaygıları gündeme getirse. Türkiye’nin duyabileceği, anlayabileceği, kendisini ailenin parçası hissedebileceği bir dille konuşsa.

Ama ne yazık ki beklediğimiz gibi olmuyor. Bir kısmı önyargılardan, bir kısmı da bizim aynı dili konuşmamaktaki ısrarımızdan müttefiklerimizden istediğimiz desteği göremiyoruz. Yine de peşini bırakma lüksümüz yok. Hem onları, hem de kendimizi değiştirmek zorundayız.

***

Ancak birbirimize yakınlaşırsak ortak bir noktada buluşabilir, çıkarlarımızı koruyabilir, istediklerimizi elde edebiliriz. Farklı partilerden küçük bir milletvekili grubunun Washington’a gidişinin bile nelere kadir olduğunu son birkaç gündür gördük. Bakış açısının her iki taraf için de nasıl farklılaştığını sanırım anladık.

Şimdi sıra kendi değişimimizde, onlara biraz daha yakınlaşmamızda. Siyaset uzlaşmayı sürdürebilirse, hukukun üstünlüğüne olan bağlılığımızı güçlendirirsek, Türkiye bu olağanüstü dönemi kazasız belasız atlatacak. Müttefiklerinin de müttefik gibi davranmasını sağlayacak…

YORUMLAR (13)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
13 Yorum