“Belki de mahvolmayı istiyoruz”

Dünya biraz tuhaf, biraz da kaotik bir yer olmayı sürdürüyor.

Trump’ın Başkan olarak seçilmesinin yarattığı şaşkınlığın Amerika ve dünyanın irili ufaklı dalgalarındaki değişik siyasal, ekonomik ve sosyal sörfler devam etmekte.

New York’ta ve daha onlarca eyalette öfkeli protest kalabalıklar “Trump bizim Başkanımız değil” diye bağıra çağıra yürümekteler.

Trump ise jetine atlayıp Washington’a indikten sonra doğruca Beyaz Saray’a gidip Obama ile bir şeyler konuşmakta.

Gelecek güzel günlerden mi söz ediyorlar başbaşa. Hiç sanmam.

Avrupa siyasetçilerinin ve medyasının seçimden bir gün önce yükselttikleri yanlış bayraktan sonra şimdi nasıl kös kös kıvırma ve tebrik sırasına geçmek için kıvranmalarına bakılırsa epey garip şeyler olacak. Bu garip şeylerin bizi şaşırtacağını düşünmüyorum. Bildiğin Amerika işte. Gittiği Teksas, yediği hamburger.

Geçtiğimiz aylarda gösterime giren bir yanıyla oldukça sofistike, bir yanıyla da oldukça popülist bir dizide bardaki iki müdavim arasında şu minvalde bir diyalog geçiyordu:

-Hey, bu Trump seçilirse hepimiz mahvolacağız.

-Neden o?

-Adamın söylediklerini duymuyor musun, hepimiz mahvolduk işte.

-Ne var bunda, belki de biz mahvolmayı istiyoruz. Ha, olamaz mı lanet olası.

Ve sonra dizi başka konulara sıçrayarak devam ediyordu.

Müstakbel ikinci adam olarak lanse edilen ismin seçim günü yazıp yayınladığı, Türkiye’yi olumlu anlamda sinyallediği değerlendirilen bir makale ise daha şimdiden bazı kulaklara kar suyu kaçırmışa benziyor.

Mazlumların kanı akmaya devam ettikçe bütün değişimlerin anlamı bir yere kadar ilerleyip orada tıkanıyor... Anlam ilerlemiyor. Galiba başka şeyler de.

Şehirde artık sakin ve biteviye yağan bazı yağmurlu anlarda pek de gözükmeyen göklere bakarken ne Trump’ın sarı saçlarının altındaki stratejiler ne de öfkeli kalabalıkların yükselttiği protest sloganların içeriği seçiliyor.

Cahit Koytak’ın da dediği gibi “ve yağmur siliyor bütün golleri”

Biraz edebiyat

Karar gazetesinde çok sayıda edebiyat kökenli gazeteci olduğunu biliyorum. Böyle bir gazetede insan doğrudan edebî metinler de okumak istiyor. Evet, Karar bir edebiyat dergisi değil, gazete bunun farkındayım.

Ama hiç olmazsa haftada bir ve yine hiç olmazsa genç kalemlerin edebiyat verimlerini okuyacağımız bir sayfa olmasına engel var mı? Siyaset siyaset, nereye kadar efendim. Hüseyin Doğan- Ankara

Felsefe

Saçı sakalı kır bir adam, iyi bir berberin önüne gider de “ Yiğidim, saçımdaki sakalımdaki akları ayır, yol. Bir yeni gelin aldım” der.

Berber, adamın sakalını dipten tıraş ederek kılları önüne kor da der ki: “Benim bir işim çıktı, sen ayırıver.” İşte bunun gibi bu sual, şu da cevabı, artık sen ayırıver. Din kaygısı bunlarla uğraşmaya vakit bırakmaz. Birisi Zeyd’e bir sille vurur. Zeyd de hileye sapıp onu dövmek üzere üstüne saldırınca, adam: “Dur, senden bir şey soracağım, cevabını ver, sonra beni döv. Senin kafana vurunca şırak diye bir sestir çıktı. Şimdi burada dostça senden bir sualim var: Bu şırak sesi benim elimden mi çıktı, yoksa senin kafandan mı ey uluların öğündüğü ulu zat?” dedi. Adamcağız dedi ki: “Acıdan kurtulmadım ki bu düşünceye dalayım, senin derdin yok, sen düşüne dur.” Dert sahibiböyle düşüncelere saplanamaz, kendine gel!

(...) Allah emrini, Allah’a ulaşmış birinden sor, öğren. Her gönül Allah emrini anlayamaz. Şâhidin de bazan doğrucu, bazan yalancı olur. Sarhoş, bazan şaraptan olur, bazan da ayrandan! Ayran içen de kendini sarhoş gösterebilir. Gürültü eder, sarhoş görünür. Surete ait işlerden meydana gelen şey bambaşkadır. Fakat gönülde gizli olan şeye âlamettir. Mevlâna Celaleddin Rûmî- Can Kulağını Aç- Hazırlayan: Adem Sertel- Semerkant Yay.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum