Geçer

Referandum da yapıldı işte. İster sözde deyin, ister közde.

İsrail bayrakları da sallandı orada, oy kullanıp ezan okuyan da görüldü.

Ne eski Irak yönetiminin bölgedeki kötü anıları silinebilir, ne de geleceğe dair realist veya saftirik umutlar söndürülebilir. Olan olur, gelen geçer, her zamanın bir padişahı vardır, o hükümfermâ olur.

Tarihten ve bu coğrafyadan neler geldi neler geçti.

Ne oldu biri Cengiz Han mı dedi?

Kerkük mü dedi biri, Musul mu dedi? Bu coğrafya çok sesli, çok boyutlu çağrışımlara hep açık oldu. Haçlıları da bilir, Selahattin Eyyubileri de.

Bazı şeyler ne bayrak açmakla ne de vana kapamakla çözülebilir.

Tarihsel gerçeklikler ve bu gerçekliğin güçler savaşı önünde şekillenmesi ile güncellenen gelişmeler var sahada. Elbette diplomasiden katakulliye, siyasetten puştluğa uzanan elli çeşit yaklaşım da olacak.

Güncel Lawrens’ler de bitmez, Fahreddin Paşa’lar da.

Lâkin acı olan şudur ki her nerede akan kanı geriye doğru tâkip etseniz bir müslümana ulaşıyorsunuz.

Her şeyin geçici olduğunu bilmemiz, içinde bulunduğumuz ânın ne zalîmini yok ediyor, ne mazlumunu.

Tarihsel kimi olaylarda taraf olup kabul edenlerin de, reddedenlerin de gerekçeleri farklı olabilir. Nitekim referandumda da bu böyle. Bir taraf özgürlük ve bağımsızlık söylemiyle hareket eder veya ediyor görünürken, ülkemizin de içinde yer aldığı İran, Irak (ittifakının!) kendi güvenliğiyle ilgili yaklaşımları var. Referandum sonucunu şimdilik tanıyan tek devletin bölgesel kimliği de işin başka bir boyutu.

Kuşku yok, tarih ve coğrafya kendi alınyazıları doğrultusunda ilerleyecek. O ilginç sözde denildiği gibi, olmuş olan ve olacak olan olmaya devam edecek.

Belki de üzerinde durulması gereken sadece şu: Bölgedeki, dünyanın en sağlam birliktelik argümanlarına ve tecrübe edilmiş tarihsel kaynaklarına sahip olan ülkeler, toplumlar niçin birbirleriyle durmayan kanlı bir kavganın içinde? Onları tarihin bir döneminde sımsıkı birleştirmiş olan şey şu anda niçin yetersiz gibi görülüyor? Aynı doğrular, iyi ve kötünün aynı yönde kabulü neden çatışmalarla, savaşlarla ‘kendi’ kanlarının dökülmesiyle sonuçlanıyor?

Sınırlı dünyadaki sınırsız saçmalıkları nasıl başarabiliyoruz?

Birkaç yıl önce Erbil’in sokaklarında dolaşırken sokaktaki türkçe, kürtçe ve arapça ses armonisinden mutlu olmuş, tıpkı Mardin, Diyarbakır, İstanbul gibi bir şehir atmosferinin içinde olduğumu hissetmiştim. Merkezdeki bir kahvehanenin tabelasında arapça harflerle yazan ama türkçe bir şey söyleyen ‘Diyarbekir Gazinosu’ ibaresi iletişim dünyamıza dair umutlarımı tahrik etmişti.

Şimdi ne oldu?

Şimdi bir şey oldu ve bu, iyi bir şey algısı bırakmıyor. Eskilerin söylediği gibi söyleyip bitirelim: İyilikler feth ola, şerler def ola.

ZAMAN

Evet, muhtemelen saçma. Ancak zamanın ve onun içinde olma deneyiminin anlaşılmaz bir yanı var; insanlar, bu konuyu ele almayan herhangi bir felsefeyi eksik ılarak görüyorlar. Aristoteles, “Zamanın bir parçası geçti ve artık yok, diğer parça ise ilerde olacak ve henüz yok. Ama zaman –hem sonsuz zaman hem de geçirdiğimiz zaman- bunlardan oluşuyor. Bu durumda, olmayanlardan oluşan bir şeyin gerçeklikten bir pay almadığını varsaymak mâkul gözüküyor” der. Başka biçimde söylersek, zamandan bütün olmayanları çıkarırsanız elinizde sadece şimdi kalır, hatta o da kalmaz, kaldığı anda elinizden kayar gider. Pek çok felsefeci zaman için şimdi düşüncesinin zorunlu olduğu ancak bu durumun zamanın gerçekliği hakkında kuşku uyandırdığı fikrini kabul ederek Aristoteles’i tâkip etmiştir. Zaman, dünyayı, geçmiş, şimdi ve gelecek diye sıralar ancak bunların her biri kendine göre gerçek dışıdır. İdealist felsefeci J. M. McTaggart daha ileri giderek, zamanda sıralamının da mümkün olmadığını çünkü içindeki her ânın aynı zamanda geçmiş, şimdi ve gelecek olması gerektiğini çünkü içindeki her ânın aynı zaman geçmiş, şimdi ve gelecek olması gerektiğini ve bu özellikleren birbiriyle çeliştiğini iddia etmiştir. Roger Scruton- Akıllı Kişiler İçin Felsefe Rehberi- Çev.: Eşref Anmağan Eşkinat- Metis Yay.

DİNLE DOSTUM

Herhangi bir referandumu sonuçları itibariyle ikiye ayırabilir miyiz?

Cefârandum

Sefârandum

Refahrandum da var tabii. Ama eninde sonunda vefârandum yoksa zaman kaybetmenin de bir anlamı yok sanki.

TWİTTER'DA 280 KARAKTER

Mâlum mecrada mâlumunuzdur ki ne söyleyeceksek 140-boşluk sayısı kadar harfle yazıyor, kızıyor, esiyor, gürlüyor, üzülüyoruz. Merkezden Jack Efendinin açıklamasına bakılırsa bu karakter sayısı bazı ülkeler için 280 karaktere, yani tam iki katına çıkarılacak.

Bu birden gelen genişlik hissi Twitter kullanıcıları için oldukça tuhaf bir his.

Bazıları zihnin artık daha az disiplinle hareket edeceğini ve dar alanda görülen zekâ performanslarının görülemeyeceğini düşünebilir. Ama her hâlükârda hem okuduklarımız, hem de yazdıklarımız için iki kat bir zaman harcayacağımız matematik bir kesinlik olarak ortada.

140 karakter sınırlamasında mini hikâyeler, öyküler yazıldığını, hatta bir dostumuzun mecrada yazdığı çok kısa öykülerini “Mini Öykü” adıyla kitaplaştırdığını biliyoruz. Bu genişlemeden sonra kim bilir belki mini romanların da yazılmaya başladığını görebiliriz.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.