Start-Up Furyası

Son yıllarda, özellikle de İnternet’in hayatımızın her alanına nüfuz etmesi ise bir kavramı çok sık duymaya başladık, Start-Up… İngilizce’de başlatmak, tetiklemek gibi bir anlam ifade eden bu deyim, internet bazlı girişimciliğin, yatırımcılığın yeni adı oldu.

Facebook, Amazon, Über, ülkemizde yakın zamanda çok yüksek bir tutara satılan yemeksepeti.com, tüm bunlar start-up’ların en meşhur ve en başarılı örnekleri. ABD ve Silikon Vadisi kaynaklı olan start-up fırtınası ABD’de doğduğu gibi oradan Avrupa’ya, ülkemize ve tüm Dünya’ya yayıldı.

Bu yeni model girişimciliğin en önemli özelliği, birçok örnekte gördüğümüz gibi, eğer başarılı olursa, çok kısa sürede, çok az maliyetle, çok büyük kazançlar sağlaması. Misal, yukarıda adını andığımız Über’i alalım, ya da hepimizin bildiği Instagram resim paylaşım uygulamasını. Her ikisi de birkaç yazılımcı, birkaç bilgisayar, bir ofis ve yeteri kadar bilgisayar donanımı ile kuruldular ve satıldıklarında ya da halka arz edildiklerinde müthiş bir piyasa değerleri vardı.

Kıyaslama yapmak gerekirse Über’in 2019 ortalama piyasa değeri 120 milyar dolar olarak hesaplanırken, Über yapan şoförlerin kullandığı Mercedes marka otomobilin, yani Mercedes Benz firmasının değeri 70 milyar dolar kadardır. Birinin yüzyılda gelemediği değere bir diğeri on yılda gelmiştir, üstelik çok daha düşük yatırım ve iş gücü ile.

Bu, 19.yy, 20.yy ekonomilerinde görmediğimiz yeni bir tür ekonomi modeli. Eskisi gibi büyük yatırımlar, yüksek istihdam ihtiyacı, yıllarca süren başa baş noktasını yakalama süreleri bu yeni modelde yok. Güncel deyim ile “parlak bir fikri olan” herkes, az çok gerekenleri sağladığı zaman kendi start-up’ını başlatabiliyor.
Ancak kazın ayağı öyle değil. Daha doğrusu işler yukarıda anlattığımız kadar kolay ve toz pembe değil. Hele ki ülkemizde…
Mevzu sadece parlak fikir ve bir app (uygulama) geliştirmekten çok daha fazlasıdır. Bir start-up her şeyden önce bir iş kurmaktır. İş kurmak da vergi, SGK, muhtasar, KDV, personel maaşı vb. birçok konu ile muhatap olmaya başlamaktır. Ofis kirasıdır, elektrik faturasıdır, belki personelle ya da bir tedarikçi ile mahkemelik olmaktır. Kartvizit bastırıp unvan kısmına CEO yazdırmak elbette güzeldir ama oraya CEO yazmak ile hemen o filmlerde ya da haberlerde gördüğünüz CEO olmazsınız.

İşin bir başka boyutu da rekabet ayağıdır. Sizin parlak fikriniz sadece sizin için parlak olabilir ve beklediğiniz talebi görmeyebilir. Ya da tam tersi o fikir fazla parlak ise o işi sizden görüp yapmaya başlayacak daha büyük ve güçlü firmalar, daha düşük maliyetli girişimler zamanla sizin yatırımınızı zor durumda bırakabilir.
Bir ekonomi yazarı start-uplar için “internet esnafları” deyimini kullanmıştı. Belki biraz zorlama bir ifade ama bu tarz şirketlerin çok sık kurulup, çok hızla kapanmaları; bize mahallede bir açılıp bir kapanan bakkal ya da manavları hatırlatmıyor da değil.

Start-Up’ların bir de kendi şirket, kurum kültürleri oluyor. Özellikle beyaz yakalı olmaktan sıkılmış, sabah 9 akşam 6 çalışmak istemeyen kişilerin buna meyil ettiklerini görüyoruz. Ancak tüm müteşebbisler bilirler ki kendi işinde çalışma saatleri hem daha uzun hem daha belirsizdir. Kurumsal hayatta akşam işten çıktıktan sonra çalıştığınız binanın kirasını ya da kapıdaki bekçinin maaşını düşünmezsiniz. Ama kendi işinizde bunlar aklınızdan çıkmaz bile.

Tüm start-up yatırımcılarının ara hedefi ya da deyim yerinde ise aşması gereken ilk engeli bir melek yatırımcı bulup, kendi kısıtlı imkanlarını bu yatırım ile genişletmektir. Melek yatırımcı kimdir? Bu parlak fikre dayanarak kurulmuş start-up’a inanacak ve ona parasını yatıracak kişi ya da kurumdur. Başka bir yazı konusu olacağı için melek yatırımcı kavramına burada değinmeyeceğiz ama peşinen söyleyelim ki o melek yatırımcılar kutsal kitaplarda tasvir edilen meleklere hiç benzemezler. Çünkü nihayetinde onlar da para kazanmak için sizinle el sıkışırlar ve finansal güç onlarda olduğu için onların eli kuvvetlidir.

Diyelim ki bir melek yatırımcı bulundu ve start-up güçlü bir kaynak sağlandı. İş burada bitmiyor. Zira her start-up kurucusunun nihai hedefi Exit yapmaktır. Yani start-up’tan çıkmak, yani onu yüksek paraya satmak. Bu noktada Amerikalıların “fake it, till you make it” sözü akla gelir. Gerçekten yapıncaya kadar, yapmış gibi yap… Yani bütün bu melek yatırımcıları ve sonunda exit yapılacak nihai yatırımcıyı bulana kadar, güçlü bir şirket olmak ya da öyleymiş gibi yapmak. Zira şirket satmak derken, bir pazarlama hamlesinden, elinizdeki ürünü allayıp pullamaktan bahsediyoruz.

Exit yapılacak yatırımcı bulmak ise ülkemizde ABD ve AB’de olduğundan daha zordur. Hem ülkenin içinde bulunduğu şartlardan hem de Türkiye’de böyle bir kültürün çok da olmamasından. Yabancı yatırımcılar içinse Türkiye ve benzeri ülkeler söz konusu olduğunda bir de ülke riski faktörü devreye giriyor. Ayrıca hatırlamak lazım ki daha zengin olanın parası daha değerlidir. Alması, ikna etmesi daha zordur.

Bu yazının amacı kesinlikle start-up’ları mevcut ya da potansiyel girişimcileri ürkütmek değildir. Girişimci sınıf, bu sütunlarda her zaman savunucusu olduğumuz serbest piyasa ekonomisinin can damarı, bel kemiğidir. Ancak yazılı, görsel, sosyal medyanın haberlerine aldanıp bir heves ile yanlış adımlar atılmamalıdır. Zaten sermaye yetersizliğinden mustarip bir ülkede yaşamaktayız, buna yeni ziyanlar eklememek lazımdır.

Innovasyon, eko-sistem, takım ruhu, scorecard, sinerji gibi süslü kelimeleri bilmek ve bunları cümle içinde doğru kullanmak insanı zengin etmez. Bunu her daim akılda tutmak lazım.

YORUMLAR (14)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
14 Yorum