Bağımsız insanın kayboluşu...
Yalnızlık Tanrıya mahsus’ demiş eskiler. Bu sözle bir başınalığın, özgür kişiliğin yüceliğini dillendirmedikleri muhakkaktır. Hatta çoğunlukla istenilir şey değildir bağımsız kişilik. İnsanlar birbirine sokulmayı, dayanışmayı, paylaşmayı olmasa bile karşılıklı güvende olmayı arzularlar. Adına imece denilen geçmişten kalma zaruri iş kotarma yöntemi ise işin sonuçlarını paylaştıkça güzeldir. Fakat sonunda herkes evine çekilir hayatta, kapısını örter, bacasını tüttürür. Bugünün dünyasında metaforik görüntülerdir böylesi haller. Modern hayat bağımsızlık, bireysellik söylemi altında insanları daha birbirine mecbur kılar. Ortak kurallar artar, yaşama alışkanlıkları standartlaşır, devletin ve patronların gücü pekişir. Kitle dışarıdan renkli içeriden musikisiz hale gelir. Onu bu döngüden kurtaran, kurtaracak olan sanat ve sanatçıdır. Her bir alandaki sanatçı kişilik mizacının da gücüyle kendi yaratımlarının etrafında öznel bir alan yaratır. Sanat ve sanatçı çeşitliliğine göre kitle tercihlerini yapar böylece sıkıştığı yerden ruhen ferahlığa çıkar. Gelişmişliğin ölçüsü para değil onun yarattığı kültürel değerlerdir.
Modern kent, değişimin ve gelişimin odağıdır. Modern sanatçının, düşünürün de elbette tarihi, bağımsız insanın kayboluşunu önlemenin adıdır. Bu bağlamda özellikle 1950 sonrası toplumsal ve siyasal dinamiklerimizin değişim ve dönüşüm eksenine bağlı kalarak, devletle irtibatlı olsa bile onun aklıyla bir olmayan, sermaye ile doğrudan ve dolaylı münasebet taşısa dahi onun yedeğine düşmeyen bağımsız kişilikler gün yüzüne çıkar bizde. Düşünce iklimi sağ, sol, liberal, muhafazakar olsun fark etmez geçmişten devralınan kimi yöntemlerle dergiler, gazeteler çıkarılır, konuşmalar, buluşmalar tertip edilir, ilgili, meraklı, hevesli, tutkulu yeni insanlar da oraya dahil olmanın yollarını ararlar. Şu veya bu ölçüde öyle veya böyle yetenekte vasat ya da üst yaratıcılıkta, bilgi, görgü ve üslubu farklı bağımsız özneler yoğurup şekillendirirler Türkiye’yi. Anlaşılır olması yönünden anmakta yarar var; Hikmet Kıvılcımlı da dahildir bu çembere, Nurettin Topçu da. Şerif Muhittin Targan bir yanda durur Aziz Nesin veya Kemal Tahir başka yanda.
En azından 1950 ile 2000 yılı arasındaki yarım asırlık süreçte yayımlanan dergiler, kurulan dernekler, yayınevleri, öne çıkan akademisyenler, çevirmenler, mahfiller alabildiğine canlı ve bağımsız kişiliklerin gustosu altında renklidirler. Her birinin eserleri, zaafları, sonradan açığa çıkan kimi ilişkileri daradan düşüldüğünde, örneklerin çokluluğu ve verimin hacmi öne çıkar. Türk siyasal hayatının çalkantıları, devletin hayat, hukuk, bilgi ve yöntem üretmekteki kısırlığı daha bir teşvik edicidir bu dönemde. Cumhuriyet tarihinin 1950 öncesindeki dalgalı ve baskın tek merkezli insan tipine karşı çok cepheli ve arayışları saçaklı yeni bir dönemdir bu. Janus’un 1950 öncesi ve sonrası diye iki çehresi vardır ve bir taraf daha hareketlidir.
Bağımsız insan, gazeteci, şair, romancı, akademisyen, müzisyen, ressam, tiyatrocu, yayıncı gibi öznelerden, okur, talebe, izleyici, meraklıya değin adım adım genişler buradan da bir kültürel sinerji doğardı eskiden. Şair, öykücü dergide temayüz eder, müzisyen meşk meclisinde pişer, akademisyen hocadan el alırken ortamla temas kurar, hayat mutlaka birbirinin içine geçerdi. Kahvehaneler bile böyledir. Küllük ve Marmara Kıraathanelerini anmak yeter. Polemikler, kavgalar, tartışmalar, kıskançlıklar, hesapsız yüceltmeler kadar anlamlı görmezden gelişler kimsenin hızını kesemezdi. Kesemedi de. 1950 ile 2000 arasındaki kültürel ve düşünsel verim henüz tahlil edilememiştir bu açıdan.
Bugünün manzarasına ne demeli? Onun dilini çözmek görüntüsünü vasıflandırmak için hangi yolu tutmalı? İlk elden söylenmelidir bağımsız insan hızla kaybolmuş kalanlar ise ya marjinalize edilmiş ya da değişik yollarla kenara itilmiştir. Onun yerini devlet kurumları yanında tek tip ve iktidar veçheli odakların alması ibret vericidir. Sözün kendi özgünlüğü ve yaratıcılığı derecesinde bir kıymetinden bahsedilemez. Doping ve kayırma olmadan öne çıkış görülemez. Siyasi, ekonomik ve asıl kültürel piyasa iç içe geçmiş, esasın yerini görüntüler, imajlar ve kişilik odağını yitirmiş organizasyonlar almıştır çünkü. Bağımsız kişiliğin meydandan çekilişi demek yaratıcı sanat, düşünce kadar tutum tavrının dibe çökmesi demektir. Her tür sanat ve düşünce hamlesi insandan insana doğru gelişip büyür. Bağımsız insanın temsil gücü/ yükü toplumsal esenliğin ve canlılığın teminatıdır.
Etrafımıza baktığımızda kimin bağımsız insan kimin politik ve ekonomik yönden bir yere bağımlı aparata, çeneye, görevliye dönüştüğünü kestirmek zor değil. Büyük kitlenin doğrudan etkisizliği onun biraz da gündelik yaşamasının sebebiyledir. Büyük ve kaçınılmaz zorlamalar ortaya çıkmadıkça korunma ve hayatta kalma refleksi gösterir kitleler. Bağımsız kişilikler ise, eleştirel akıl kadar ıralarındaki özgürlük tutkusuyla vasat, verili, tanımlı ve mutluluk vadedici dilden hep beri dururlar. Devlet imkanlarının tek elden üleştirildiği, bu vaziyete itirazın benzer dil ve yönteme dayandığı dönemlerde ise, bağımsız insanın vasfı daha bir özen kazanır. Yalnızlık büsbütün sanat sayılır artık onların şahsında. Sanat kişiliktir çünkü.
