Göz nuru…Gözümün ufku…

Emek ile beraber göz nurunun anılması boşuna değil. Eski zamanlar emeksiz, gayretsiz hayatta kalmanın daha imkansız olduğu devirlerdir sonuçta. Sadece incelik isteyen sanatlar, meslekler değil neredeyse her iş her uğraş emek isterdi. Modern zamanlar emeğin yönü kadar niteliğini de değiştirdi. Bugün emek denilince sanki alt bir kategori kastediliyor. İktisadın dünyası insana dair hemen her bağlamı boşaltıp onu üretim- tüketim olgusuna indirgeyiveriyor çünkü. Göz nuru da öyle. Onca çağrışımla yüklü göz ve onun hayatiyeti sayılan nur tıbbın ve optiğin bir konusu neredeyse. Sevdiğimiz birine gözümün nuru ya da yaptığımız bir işe göz nuru döktüğümüzden nadiren söz ediyoruz artık. Oysa bugün de hayatın tadı kadar zenginliği, niteliği kadar düzeni de ne ölçüde göz nuru harcadığımızla ilgili. Zeytini göz nuruyla yıkamıyorsak boşuna. Bir kitabı göz nuru dikkatiyle okumuyorsak faydasız. Hatta hatta tanıdığımız veya tanımadığımız birine göz nuruyla bakmıyorsak niye? Bir başına göz hayati derecede önemli fakat onu salt bir organ olmanın ötesine taşıyan göz nuru değil mi?

Diyeceğim Borges ve Kadı Darir hatta Cemil Meriç gibi örnekler o göz nurunu içe akıtıp, ruhlarıya, dikkat, zeka ve hafızalarıyla yaşatmış kişilere birer örnek. Dahası, dünya nüfusunun büyük bir kısmı tarihte görülmediği ölçüde gözlerini ekran denilen bir yüzeye yöneltiyorlar. Bir dakika içinde on milyonlarca insan aynı refleksle aynı göz hareketlerini yapıyor. Ekrana ayarlı olmayan meslek neredeyse kalmadı. Doktor oraya bakıyor çiftçi oraya. Gazeteci oradan ilerliyor öğretmen oradan. Öğrenci ekran olmadan ders izleyemiyor. Evde yaşayanlar televizyon vb cihazların çerçevesine takılıyorlar gün boyu, saatlerce. Bütün bu eylemler göz olmadan göz aradan çekilince imkansız. İnsanlık duyma çağında görme çağına çoktan geçmiş durumda. Optik teknolojisi yeni medya sistemleri, ışığın ve renklerin dünyası tabii bir organ olan göze yapay bilgiler aktarıyor durmadan. Göz yoruluyor, nuru içten içe çekiliyor.

Yazı adamları, kitapla, kalemle, tablet, cep telefonu, bilgisayar ekranı gibi malzemelerle sürekli zaman harcayanlar, duyarlık, bilgi, birikim ve yaratıcı enerjilerini hep tetikte tutanlar ayrı bir macera yaşıyorlar. Onların gözleri sayfalardan ekranlara durmaksızın gidip geliyor. Hele bir de meslekler ile özel alanlar birleştiğinde gözleri normalin ötesinde emek harcıyor. Yazdıkları yazılar, okudukları kitaplar, izledikleri filmler arka arkaya sıralandığında, göz denilen mucizevi varlığın adeta doğasına meydan okurcasına sürekli açık kaldığını yaşıyorlar. Bu günleri bir sinema dahisi saydığımız Kubrick, Otomatik Portakal filminde dile dökmüştü aslında. Gözümüz irademizin dışında günlük mecburiyetlerin bir nöbetçisi, kölesi haline dönüştü ister istemez. Sanki birileri gözlerimiz sürekli açık kalsın istiyor.

Bir nehre bir ağaca bir ayın on dördüne bir güzel yüze bir tabloya bir heykele bir yağan kara bakan göz içten içe doğal bir akış yaşar. Duyular ve duygular arasında gidip gelir. Kitapların, yazıların, notların, mesajların, raporların, taslakların, yazı başlıklarının arasında ne yapar peki? Bir öyküyü kotarırken göze inen nur bir şiirin ilk mısraını kağıda düşürürken göze gelen şevk bir romanın son cümlesini yazmanın memnunluğuyla uyuşan göz ne haldedir? Bir film yönetmeni kurguyu bitirdikten sonra son bir kez izlediğinde her bir planını özenle gözlediği eseri karşısında gözleri ne konumdadır? Alın heykeltraşı ressamla, tiyatro yönetmenini balerinle yer değiştirin. Gözler son imza diye bakar sanki hayata ve o imzanın mürekebi göz nurudur. Yılkardır neredeyse yarım asırdır okuyor bir kırk yıldır da yazıyorum. Gözümün önünden binlerce saat film binlerce saat görüntü binlerce tablo, oyun, gösteri geçti. Binlerce kitap okudum. Binlerce yazı yazdım. Binlerce sayfa dosya okudum. Bana içimdeki ikinci bir varlık, güç, yoldaş, kılavuz gibi hep göz nurum eşlik etti. Onun nefesini, sesini, hışırtısını, aydınlığını, alkışını, uyarısını duymadığım hiç olmadı. Elim kaleme ne zaman gitse bir iradeli elin gölgesiyle durduğunu hissettim. Bir yazının hakkını vermek bir eserin ruhunu hissetmek onunla hep mümkün oldu.

Gelecek günlerde yıllardır yorulan yoruldukça ister istemez yıpranan gözlerime ve onun nuruna daha çok ihtiyaç duyduğumu hissediyorum. Kendimi henüz her şeyin başında bir amatör, meraklı gibi hissetmem yeni değil. Okunacak onca kitap görülecek onca eser yazılacak nice kitap izlenecek şunca film değil yaşanacak bir hayat varken her şeyin kristalize olup billurlaşmasını, netleşip aydınlanmasını daha çok arzu ediyor insan. İnsanın ve hayatın bitmeyen karanlığını yazıdan görmek ve duyurmak için göz nurundan öte değer olmadığını da öğretiyor çünkü zaman. Göz nuru gözümüzün ufkuysa hayat, hayat oluyor sonunda.

YORUMLAR (7)
7 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.