İki adım ötemiz...

Eskiler dünyanın kaç bucak olduğundan söz ederlerdi. Büyük uzaklıklar ve hiç beklenmedik bilinmezlikler böylece dile dökülürdü. İlk kez hangi insan ne kadar uzağa gitti ve niçin geri dönemedi bunu bilemeyeceğiz. Ne var ki gitmek, geri dönüş kadar mit değeri kazanmadı. Gitmek psikolojinin dönmek mitolojinin madenine dönüştü adeta. Hikaye gitmekle değil geri dönüş isteğiyle başladı sanki. Bırakın ülkeden ülkeye gitmeyi şehirden şehire hatta köyden köye bile geçmenin zorlukları zahmetleri vardı eskiden. Gitmekle değil dönmekle oluşuyordu ayrıca bilgi. Ve birine ‘sana dünyanın kaç bucak olduğunu göstereceğim’ diyen kişi, mekanlar arası mesafelere dayanarak zorluklar ve acıyı da ima ederdi.

Şimdilerde dünya iki adım ötemiz mesafesinde. Sadece fiziksel sınırlar, uzaklıklar, zorluklar değil duygusal, düşünsel hatta düşşel aralıklar da daraldı, neredeyse ortadan kalktı. İnsan ebedi bir yalnızlık şikayetçisiyken şimdilerde adeta ebediyen yalnızlığını kaybetti. Yalnız kalmak isteyenler bunun maddi bedelini ödemek zorundalar. Sessiz şehirler olarak damgalanan mekanlara herkes elini kolunu sallayarak giremiyor. Gelecekte de insandan arındırılmış tabiat bölgelerinin pazarlanmasına daha fazla raslayacağız. Şifalı su kürleri benzeri sessiz yaşam alanlarından söz edildiğini göreceğiz. Dünyanın kaç bucak olduğunun yepyeni sunumlarıyla karşılaşırken milletler kibrit çöpleri gibi güneşin altında birbirlerine daha çok yaklaşacaklar. Dönüş duygusu belki de bir yangında kül olup gidecek.

Sofrada bir dilim ekmeğe elini uzatan kişi artık sadece kendi lokmasını düşünemez. O bir lokma ekmeğe can veren buğday yalnız o eli uzatan kişinin yaşadığı yerle ile sınırlı değil. Kendi kendine yeten ülkeler kavramı çoktan ters yüz edildi. Ülkeler, toplumlar, insanlar ekonomik, siyasal hatta ekolojik sebeplerle birbirine bağlandı. İnternet çağına paralel olarak yükselen gen ve yazılım teknolojileri ise bilgi yanında insan varlığının yeryüzünde bulunma gerekçesini de sarstı. Gerçi dünyada insanın neden bulunduğuna dair bir görüş birliği yok. Ne var ki yeni insan tipi değiştikçe geleneksel toplum ve devlet sistemlerinin de sarsılması kaçınılmaz. İsrail’in son saldırıları sonrasında özellikle Avrupa’da gözlemlenen sokak ve devlet ayrışması sıradan bir işaret gibi gözükmüyor. İki adım ötemizde ve her yönüyle dünyanın genelini ilgilendiren adımlar bunlar. Tarihin de ekolojisi deri mi değiştirecek?

İki adım ötemizde olup bitenlerin magazinel veya aktüel haber vasfı taşımasının ötesinde olgusal bir karşılığının olması ne anlama geliyor? Dünyanın her yerinde kitleler günlük yaşarlar ve çoğunlukla öncelikli ihtiyaçlarıya ilgilenirler. Nüfusun seyrek, tarıma elverişliliğin kıt, maddi zenginlikler yönünden yoksul bölgeler göreceli bir kayıtsızlık içinde hayatlarını sürdürebilirler bir süre daha. Ne var ki petrolden alternatif enerjilere geçişin hızlandığı, dünya nüfusunun tarihte görülmemiş ölçüde şiştiği, küresel ısınmanın artıp nitelikli gıda ihtiyacının zorlaştığı bir süreçte kadim dinsel hesapların da patlaması beklenmedik konumlanışları doğuruyor. Bu konumlanışta hiçbir taraf tam güvenlik içinde değildir. Belki de İsrail’in binlerce insanı kıyarken devletlerin sergilediği insanlık dışı tavırın kökünde şok güvensizlik düşüncesi yatmaktadır.

Dünyanın kaç bucak olduğunu görmenin ve göstermenin neredeyse iki adım ötesi mesafeye inmesi karşısında sanat ve düşünce nerede duracak? Sanat ve düşünce küresel patronajın hizasına mı çekilecek yoksa mutlak insanlık tutkusuna bağlı kalarak kendi özgürlüğünün peşine mi düşecek?

Dünyanın kaç bucak olduğunu iki adım ötemizde burnumuza çürümüş et ve kan kokusu çekerek duyacaksak pek çok şey gibi insan olmanın da sınırının tükendiğini mi yaşamış olacağız? Ne yazık ki dünya büyük bir sahipsizliğin merkezine doğru kayıyor. Objektif olarak düşündüğümüzde herhangi bir merkezden kapsayıcı ve kucaklayıcı bir hayat sözü yükselmiyor. Dünyanın değişik merkezindeki doymak bilmez kapitalistlerin ve onlarla ortak yaşayan her türlü organizasyonların insanlığı getirip bıraktıkları eşik önümüzde duruyor. Gözümüzün önünde çocuklar, kadınlar acımasızca öldürülürken şehirler havaya uçuruluyor.

Her musibetten bir iyilik ummanın iyileştirici ve umut verici tarafı bulunabilir. Fakat yaşadığımız musibetlerin kendiliğinden çıkmayıp da bir önceki musibetin süreği olduğunu hatırladıkça artık musibet çemberinin iyice daraldığını ve varlık ve yokluk hesabının iki adım ötemizde durduğunu görmemek belki asıl musibetin tam kendisidir.

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum