Vatandeniz… Büyük su meselesi...

Anadolu’yu üç tarafı denizlerle çevrili eşsiz bir yarımada olarak tanımlayanlar, kara parçasının yüzölçümünü söylerler ama denizlerin toplam yüzölçümünden hiç dem vurmazlar. Çünkü dikkat ve vurgu içe yöneliktir. Dolaylı da olsa bir tür savunma ve içe kapanma psikolojisinin dışa vurumudur bu. Oysa, söz gelimi Osmanlı karadan çıkıp denizi geçtikçe doğudan kurtulup imparatorluk olabilmiştir. Elbette kendi çeperine de kısılmaktan. Türkiye de Edirne’den Kars’a kadar uzanan bir alan değil kara sularından kara sınırlarına kadar varan bir vatandenizdir.

Her vesileyle vaktiyle Akdeniz ve Ege başta olmak üzere nice ırmak/denizlerin nasıl Türk suyu kılındığını dillendirenler, ‘uzak asyadan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan’ bu kara parçasını asıl var edenin deniz/nehir olduğunu görmezden gelirler. Neden mesela deniz zor olan ve kolay hükmedilemeyendir. Toprak gibi parsellenip satılamayan, vergisi alınamayandır. Denizi vatan kılmak için Norveç’liler gibi ölüp ölüp dirilmek gerekir. Çünkü, toprak, Anadolu’da asıl denizle vatandır, öteki türlü Ortadoğu ve Önasya’nın kıraç ve gergin bir parçasına döner. Deniz, Anadoluyu anne karnında sarıp koruyan hayati su gibidir. Onun çekilip azalması, kirlenip temiz kalması hayatı zorlar. Toprak, ancak denizle elde tutulabilir.

Öte yandan bu ülkede yıllarca Hayrettin Karaca adında bir usanmaz toprak gönüllüsü yaşadı. İklime bağlı erozyon, rüzgar vs sebeplerle Anadolu’nun gittikçe çölleştiğini ve önlem alınması gerektiğini söyleyip durdu. Devlet katında politik efekt olmanın ötesine gitmeyen bu çaba elbette halktan da destek görmedi. Kentlerin parsel parsel üleşildiği bir ‘erozyonda’ kulak asılacak ve kar getirecek bir iş değildi yaptığı. Lakin ilginç olan, Anadolu’nun ekolojik olarak yoksullaşıp nitelikli tarım alanlarının daralmasına koşut kutsal ve milliyetçi söylemin yükselmesi sonradan da yekpare devlet kisvesine bürünmesidir. Denizlerimizden başlayarak toprak elden giderken onun varlığına dair tehditlerin artırılmasıdır. Bugün Mersin sahillerinde denize girilemiyor mesela. Tarımsal çeşitlilik azalıyor. Yetmedi, Marmaris, Fethiye, Kaş, Datça başta olmak üzere Türkiye’nin kıyılarını tatil için mesken edinen sermaye sınıfı ile ilk fırsatta Marmara ve çevresini derme çatma yazlık evlerle beton sur gibi çevirenlerin aynı kapışma duygusunda birleşmeleri ilginçtir. Kıyıya dikilen her bina denizi tehdit eder. Fütursuz sanayileşme ve kentleşme de onun boğazını sıkar.

Ancak şimdi başka bir durum var, deniz salyası denilen bir illet etrafımızda bir suç dalgası gibi dolaşıyor. Ve deniz başarabilirse, kendisini kusa kusa bu talanı durduracak, bu su ve deniz barbarlığını geri püskürtecek. Çünkü kimsenin aklını başına alacağı yok. Bu şişkin şehirler ve onların ürettiği her tür atık denize yollanıyor. Yakın zamanlarda dağlara, yüksek yerlere bir yığılma olursa şaşırmalalı. Zaten Karadeniz yaylalarının başına gelen Marmara’nın başına gelenden pek farklı değil. İştah, para, görgüsüzlük, cehalet ve ilerisi vatan duygusunu silip süpürecek. Marmara Denizi örneğinde yaşadığımız her tür hamasetin bizi sürüklediği uçurumdur. Toprak parçaları sözle değil akıl ve fedakarlıkla vatan kılınırlar.

Karadeniz, Marmara ve Ege denizleri yanında Çanakkale ve İstanbul Boğazı gibi yaşadığımız ülkeyi eşsiz kılan değerler sadece birer isimden ibaret sayılamazlar. Onlar bizim övünç madalyamız değiller. Canlı birer varlıklar. Bünyelerinde barındırdıkları bilinen ve henüz keşfedilmemiş zenginlikler dışında dünyayla birleşme noktalarımız. Onlar hakkında üzerine titrenilesi bir vatan düşüncesi üretilememiş olmasının izahının yapılması gerekir. Su üzerinde yeterince kafa yormadığımız için Trakya’daki Ergene gibi nehirler zehir saçmaya başladı. Asi nehri ve çevresine yapılan havaalanı her taşkında bize bir şey söylüyor. Sakarya Nehri dikkatli davranılmazsa uzun vadede yaşayacaktır benzer durumları.

Çevre gibi bir kavram var ve hala bu bizim meselemiz değilmiş gibi davranılıyor. İnsan vücudunda su dengesi bozulunca ne tür sorunlar doğarsa bir ülkenin de canlı bir varlık olarak aynı şeyi yaşayacağı unutuluyor. Fuzuli eliyle ‘Su Kasidesi’ yazabilmiş bir toplumun umulur ki vurdumduymazlığı uzun sürmesin. Deniz ve su, toprak ve vatan üzerine yeniden düşünülsün.Aklını başına toplasın.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum