Yaza yaza yazar olunur mu?

Sanki yazar olmanın başka bir yolu da varmışçasına soruyorum kendi kendime: kişi yaza yaza yazar olur mu? Durmaksızın yazmak, arka arkaya kitap çıkarmak insanı yazar kılar mı? Nedensiz değil elbette içimde dönen bu soru. Sadece yazma isteğinin değil aynı zamanda yazma eyleminin de hayli yaygınlık kazandığı bir dönemden geçiyoruz. Teknoloji yazmayı kolaylaştırdı çünkü. Kağıt kaleme gerek yok artık. Yönlendirilmiş bir yetenek, hayatla zenginleşmiş birikim de şart değil. Biraz vakti olan herkes bilgisayarının başına oturabilir, cep telefonunun ekranını yazı atölyesine dönüştürebilir. Hayal gücü, yazma enerjisi ile birleşince satırlar akmaya, ekran dolmaya başlar. İçerik ve özgünlük açısından seviyeleri tartışmalı ve birbirine benzer çalışmalar, roman, öykü, şiir adıyla dolayıma sokulur.  

Tiyatro, deneme gibi türlere pek kimse yanaşmıyor. Çünkü onlar muhatap bulamıyorlar. Ortalıkta parmakla gösterilen tiyatro yazarı denemeci de pek yok. Yayıncılar böylesi eserlere yüz vermiyorlar. Başı roman çekiyor şimdilerde bu yazma isteği ( histeri ?) sinin. Şiir de yaygın ama piyasa değeri neredeyse yok. Kötü bir şey mi bu? Yüzyıllarca yazıdan uzak kalıp her şeyi söze ve suskunluğa bağlamış bir toplumun yazıya koşması fena mı? İyi de niçin yazıyorlar bu insanlar? Sait Faik’in deyimiyle ‘yazmasalar deli olacak’ durumdalar mı? 

Yazmak bir tercih meselesidir ve dileyen bu hakkı sonsuza dek kullanabilir. Ne var ki yazılan her şeyin edebiyat olup olmadığını değerlendirecek bir nitelikli kültür ortamı ve zevk iklimi şarttır. Bir sansür veya engelleme mekanizması olarak işlemez kültür ortamı. Değerlendirme, yerli yerine oturtma işlevi görür. Peki diyor içimdeki ses, insanlar ısrarla yazıyor, bunları kitap olarak bastırıyor ve halka sunuyorlarsa  kim ne diyebilir? Üstelik az veya çok ilgi görüyorsa bu kitaplar, değerine kavuşmuş sayılmazlar mı? Buradaki nazik eşik edebiyat ve onun estetik değerleridir. Bu değerler mutlak olmamakla beraber gökten zembille de inmez. Zamanla oluşur. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifadesiyle ‘devirlerin etrafında çalıştığı zevk’tir o. Evet zevk, kelimenin tam manasıyla belirleyendir. Yazan da okuyan da bu zevk iklimine göre konumlanır. Sanat saydığımız edebiyatta, ‘kendini kişisel olarak ifade eden bir sanatçı (yazıcı değil) ve ondan kişisel olarak etkilenen bir okuyucu (tüketici değil) vardır. 

Yetenek, yaratıcılık, özgünlük gibi temel değerler etrafında ‘çalışan’ bir yazma iştiyakının elbette hükmü olmalı. Yazmak, ısrarla, döne dolana yazmak, kitap üstüne kitap çıkarmak her kişiye  yazar sıfatı kazandırıyorsa durup düşünmeli. Yazıcı mı onlar yazan mı karar vermeli. Gerçi bazı  yeni nesil eleştirmenler ve teorisyenlere göre insan zihninden yazıya geçen her şey edebiyat olarak değerlendirilmelidir. Nitelik göreceli bir kavramdır. Bugün önemsiz görünen yarın değerli bulunabilir. Cinayet yerine geldiği zaman taştaki gölge izi dahil her materyali kanıta ulaşmak için vazgeçilmez gören bir dedektif gibi düşünüyor olmalı böyleleri. Edebiyatın bütünlüğüne her parçaya bakarak ulaşma isteği yatabilir belki bu bakışın temelinde.  

Öte yandan dünün ve bugünün değerli yazarları yaza yaza yazar olmadılar mı? Günlerini, aylarını, ömürlerini yazıya adamadılar mı? Her türlü hesabın dışında kalarak hasbi olarak yazıda kalmadılar mı? Elbette kaldılar. Kitaplarını yayınlatmakta zorluk yaşadılar. Yargılandılar. Hapiste yattılar. Yok sayıldılar. Geçmişte de popüler yazıcılar, yazanlar oldu. Cilt cilt kitapları piyasayı dolduranlar da görüldü. Konularını günlük modalara göre seçen, devletten sipariş alan, din başta olmak üzere halkın avlanacağı konuları öne çıkarıp pohpohlanan, imkanlara boğulan böylesi yazarlardan bir iz kalmadı. İster birkaç kitapla yetinsinler ( Onat Kutlar,  Safiye Erol, Ahmet Arif, Feyyaz Kayacan)  ister ömürlerini eserini tamamlamakla geçirsinler ( Tarık Buğra, Halit Ziya, Hüseyin Rahmi, Samiha Ayverdi, Dağlarca) sonunda değerin hizasında buluştular. Hatta, yazmayı edebiyat kıldılar. Yazar oldular. 

Bugün düşünülmesi gereken, edebiyatın yaza yaza yazar olacağını düşünenler tarafından mı yoksa yazmanın tam hakkını veren idealistler eliyle mi yürütüleceğidir. Konjontürel yazarlar vasıtasıyla topluma boca edilen duygular, dili soğurup, sosyolojiyi susturuyor. Ne var ki hayatın her alanında olduğu gibi edebiyatta da sayısal hakimiyet, niteliksiz çoğulluk bir zihniyet olarak ortama hakim olursa, dilin, düşüncenin, insanın, toplumun seviyesi aşağı çekilir. Herkesin mutluluktan ağzının kulaklarına vardığı dönemlerde sahnede eğlenceli şeyler oynuyor olabilir. Ama komedi bitip de sokağa çıkıldığında gerçeğin soğuk yüzü herkesi çarpar. 

 

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum