Akıl tutulması

Philippe Sollers bir kitabında şöyle yazıyor: “Evet, gece oldu ve başka bir dünya doğmakta. Haşin, sinik, kara cahil, hafızasız, akla ihtiyaç duymadan dönen bir dünya… Dümdüz edilmiş, yassılaşmış, adeta perspektif ve kaçış noktası yok edilmiş… İşin tuhafı bu dünyanın yaşayan ölüleri öncekinden geliyor…”

Metis Yayınları’ndan daha yeni çıkan ‘Yeryüzü Yakılıp Yıkılırken’ kitabında alıntıladığı bu pasajın ardından filozof Jonathan Crary şu satırları kaleme alıyor: “Gezegenimizde yaşanabilir, müşterek bir gelecek olacaksa, fişi çekilip 7/24 kapitalizmin dünya-yıkıcı sistem ve operasyonlarıyla bağlantısı koparılmış, çevrimdışı bir gelecek olacak. Dünyadan geriye her ne kalacaksa, bugün içinde yaşadığımız haliyle şebeke, etrafımızı saran enkazın marjinal, kırık dökük bir parçası haline gelecek orada ve yeni topluluklar, insanların kafa kafaya vererek geliştireceği tasarımlar doğacaksa eğer, ancak bu enkaz üzerinde doğacak. Talihimiz yaver giderse, kısa ömürlü bir dijital çağ yerini işbirliği yaparak yaşamanın ve geçinmenin hem eski ve hem de yeni yollarına dayalı melez bir maddi kültüre bırakmış olacak.

Toplumsal ve çevresel yıkımın yoğunlaştıkça yoğunlaştığı şu sıralarda, her düzeyde internet kompleksinin gölgesinde kalan gündelik hayatın belli bir onarılamazlık ve zehirlenmişlik eşiğini çoktan geçtiğinin gittikçe daha çok farkına varılıyor.” (Jonathan Crary, Yeryüzü Yakılıp Yıkılırken, Çeviren Tuncay Birkan, İstanbul, Nisan 2023)

Yenilerde yazılmış birçok kitapta benzer bir kötümserliğe, bir yardım çığlığına benzeyen serzenişlere çok sık rastlıyoruz: Dünyanın önde gelen düşünürleri dünyanın ve insanoğlunun geleceğinden umutsuz. Herkes yeni ve bambaşka bir çağa girdiğimizden neredeyse ve emin ve bu değişimin sancılarını, korkularını ve belirsizliğini kanımızda canımızda hissediyoruz. Bu sadece bir hissediş olarak da kalmıyor; iliğimizde kemiğimizde bunu yaşıyoruz. 1990-2010 arası yıllar yeni bir çağa geçiş süreciydi sanki.

2010’dan sonra ise teknoloji, bilişim, bilgisayar, internet, tamamlayıcı tıp alanlarında görülen baş döndürücü ilerlemeler dünyanın ve insanın ritmini sadece dönüştürmekle kalmayıp aynı zamanda bozdu.

Eski ‘doğal’ dünyada, ‘doğal’ zamanda ve ‘doğal’ mekânda yaşamıyoruz artık. Dünya, zaman ve mekân ve hatta insan dijitalleşti, 1 ile 0 ve onların ilişkisine mahkûm oldu. Yani Hep ya da Hiç; Var ya da Yok’a, ama ortası yok artık, skor önemli. Hayat simülatif bir video oyununa evrildi sanki, gerçeklik kayboldu, yerini yapma (artificial) bir ortam (environment) aldı. İnsanlar da bu simülatif video oyununda çırpınıp duran simülatif varlıklara dönüştü: Artık sadece algı var, gerçek yok! Gerçeklik algıya indirgendi. Gerçeklik neyi nasıl algıladığımıza bağlandı. Gerçeklik ve hakikat giderek görelileşti. Simülatif video oyununda, diyelim bir savaş oyununda vurulup öldürülen insanlar gibi, sanki ‘gerçek’ bir savaşta vurulup öldürülür olduk. Her şey bir kurguya dönüştü. Artık olan bitenin gerçekliğinden emin olamıyor, onu hissedemiyor, giderek acıya, neşeye ve onların mutlak gerçekliğine yabancılaşıyoruz. Derimiz çuval oldu.

İnsanlar bu gerçeklik ve hakikat yıkımı karşısında daha da yalnızlaştı, depresif hastalıklar çoğaldı, ruh hastalıkları çoğaldı, psikiyatrlar zengin oldu, hayat yoksullaştı ve yoksunlaştı. Her şey akışkanlaştı, ama asla geçirgenleşmedi.

Dünya böyle bir sürecin içinden geçerken elbette bizde de doğrudan ya da dolaylı etkileri oldu.

screenshot-10.jpg

Globalleşen Batı kapitalizminin değerleri biz de egemenleşti. Batı değerleri derken Batı kültürünü de dahil ediyorum elbette. Batıya karşı özellikle düşmanlığım yok, ama Batı kökenli kapitalizme karşı büyük tiksinti ve nefret duyuyorum. Batı kapitalizminin Doğu’ya yayılmasından, dünyanın egemen tek biçimli ilişki biçimleri yaratmasında, maneviyatın, duyguların hatta ruhların, hayal gücünün ve hatta geleceğin bile bu sistem tarafından imal edilmesinden, sanki tek gerçeklik buymuş gibi sunulup pazarlanmasından nefret ediyorum. Soğanın 30 lira, kiraların 20 bin lira, evlerin 5 milyon lira olmasından ve insanların sanki bunların hiçbir olmuyormuş gibi birer zombi benzeri yaşamasından, bu kadar sersemlemiş, gerçeklikten bu kadar uzak olmasından endişe duyuyorum. Bir kez daha söylüyorum: Gerçekliğin algı manipülasyonlarıyla örtülmesinden tiksiniyorum. Hayali bir dünyada ya da ülkede yaşamak istemiyorum. Tekrar ‘eski’ dünyanın yaşam ve duyuşuna dönmek istiyorum, bunun imkânsız olduğunu bile bile. Dünyayı bu haliyle kabul etmek değil, dünyayı değiştirmek istiyorum. İstemeliyiz.

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum