Kamu düzeni kalmadıysa…
Devletin temel fonksiyonunu sadece sınırları korumak, asayiş ve güvenlik ile sınırlamak, bu alanlardaki başarıyı devlet olmanın yeter koşulu olarak görmek bireysel beklentileri de Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisindeki en temel iki basamakla sınırlamakla eş değer.
Yani eğer fiziksel olarak yaşıyor ve kendinizi güvende hissediyorsanız saygı görme, statü, özgürlük ve kendini gerçekleştirme gibi başlıklarda hiçbir unsura sahip değilseniz ne kadar birey ve insansanız sadece güvenlik sağlayıp ahlak, adalet, hukuk ve esenlik başlıklarında üstüne düşeni yap(a)mayıp bir tek sınırları koruyan devlet de o kadar devlettir.
Devletin ilk tanımlarından biri Platon’a ait ve devletin adaletin kurumsal ifadesi olduğundan yola çıkıyor. Aristo “İnsanın iyi yaşama amacına ulaşabilmesi için kurduğu en yüksek topluluk” derken insanın yaşama amacından ile değil “iyi yaşama” amacından bahsediyor.
Modern devletin fonksiyonları değerlerin muhafazası, çevrenin korunması ve herkese eşit eğitim hakkı sağlanması gibi çok daha geniş bir çerçevede tanımlanıyor.
Türkiye’de ise devletin sorumluluğu, her ne kadar her alanda kurulmuş ve işleyen binlerce teşkilatı ve milyonlarca çalışanı olsa da, neredeyse asayişi sağlama noktasına kadar gerilemiş durumda. Belki de o yüzde dünyanın en yüksek kapasiteli hapishanelerini inşa eder hale geldik.
İmkânı olanların eğitimde özel okullara ve yurt dışına, sağlıkta özel hastanelerde, ulaşımda her kilometresine ilave para verilmesi gereken yollara ve hatta güvenlik için özel güvenlik şirketlerine yönelmesi gibi onlarca başlık özel sektöre devredilmiş durumda. İmkânı olmayanlar ise devletin kendilerine sunduğu kadarı ile yetinmek zorunda.
Burada asayiş ile kamu düzeni arasında ince fakat önemli farka dikkat etmek gerek.
Adalet Bakanlığının sayfasında kamu düzeninin tarifi: “Bir ülkedeki kurum ve kuralların, devletin güvenliğini, kamu hizmetlerinin iyi işlemesini ve bireyler arasındaki ilişkilerde huzuru, hukuk ve ahlak kurallarına uygunluğu sağlamasıyla oluşan düzen.”
Yani devlet, pratik anlamda ise iktidar “huzur, hukuk, kamu hizmetlerinin iyi işlemesi, ahlak kuralları” kriterlerini sağladığı zaman kamu düzenini sağlamış oluyor. Yoksa istikrarla ve sistematik olarak ihlal edilen düzeni iğfal edenleri yakalamak ya da peşlerine düşmek kamu düzenini sağlamak değil.
Kamu düzeni ve devlet otoritesi yeni doğmuş bebeklerin para için bizzat doktorlar, hemşireler, acil sağlık görevlileri tarafından oluşturulan çeteler tarafından hastanelerde öldürülmemesini sağlamaktan geçer. Yoksa çocuk sahibi olsun olmasın herkesin uykularını kaçıracak canilikler karşısında “nereye kadar giderse gitsin gereğini yapacağız” demek bade harabül Basra’dan öte anlam taşımaz.
Sağlık Bakanı Memişoğlu’nun sanki böyle bir cinayet şebekesinin faaliyet imkanı bulamamasını sağlamak kendi işi değilmiş gibi “Şimdi çok net söylüyorum, bir tane CİMER başvurusuyla bir çeteyi çökerttik.” sözlerine karşı “CİMER başvurusu olmasaydı kaç bebek daha ölecekti?” sorusu havada asılı durur.
Kamu düzeni yüzlerce üst düzey devlet görevlisinin e-imzasının taklit edilmesi ile sahte belgeler üretilmesinin, sahte diplomalar verilmesinin önüne geçmektir. “Dünyanın her yerinde olacak aksaklıklar” diyerek ortadaki çürümeyi normalleştirmenin adı başka bir şey ama bu sütun onun yeri değil.
Bir doktora giden hasta duvardaki diplomayı kontrol edemez. Vatandaşlar hayatını değiştiren, malını mülkünü elinden alan barajın altında imzası olan mühendisin diplomasının aslında ‘çakma’ olduğunu bilemez. Yollarda araç kullanan herkesin kendisi gibi yasal yollardan ehliyet aldığını düşünür.
Devlet (iktidar) sadece bu usulsüzlüklerin olmasına müsaade etmemekle değil, böyle bir suç makinasının ortaya çıkabileceği normatif zeminin de oluşmasına engel olmakla mükelleftir.
Kamu düzeni herkesin kişisel bilgisi olan telefon numaralarının dolandırıcıların eline geçmesine izin vermeyip, kanunun ne dediği ortada iken yıllarca herkesi korkusuzca taciz edenleri engellemek, buna imkân veren sistemlerin önüne geçmekle sağlanır.
Eğer toplumdaki bireyler muhatap oldukları sistemdeki diplomalardan, çocuklarını yaşasın diye içinde yerleştirdikleri kuvözlerden, başka bireylerle eşit şartlarla yarıştıklarından ve yaşadıklarından, işe girerken kendilerine adil davranılacağından emin değillerse toplum bir güvensizlik ortamına savrulmakta demektir.
Tüm bunlar karşısında sadece polisiye tedbirlerden ve hep olduğu gibi kötü niyetli kaos tüccarlarından bahseden siyasilerin ve iktidarın artık mütemmim cüzü haline gelen bürokrasinin şu sorunun cevabını vermesi beklenir.
Ekonomide, sağlıkta, hukukta, eğitimde ne olursa, ne yaşanırsa, hangi aksaklık sonrasında sorumluluk sizindir? Buna bir cevap varsa bunu tartışalım.
