Aradığınız kurtuluş reçetesine ulaşılamıyor!
Hem ekonomik hem sosyal açıdan dehşetli bir sıkışmışlık hali yaşıyoruz.
Krizi fırsata çeviren belli bir azınlığın dışında kalan herkes az ya da çok zarar görüyor.
Çoğu kimse, bu boğucu atmosferde nefesini yeterince uzun tutabilirse selamet sahiline ulaşacağı ümidine tutunuyor.
İnsanlar bunaldıkça, epeydir içinde yol aldığımız tünelin ucunda bir ışık görmek için sabırsızlanıyorlar.
O yüzden, mevcut krizin sebeplerini analiz edip anlamaya çalışanlara “Durum tespitinden bıktık usandık artık, becerebiliyorsanız bize bir çıkış noktası gösterin!” diye tepki gösteriyorlar!
Bir kişi ya da grubun oturup bir çıkış formülü, bir kurtuluş reçetesi üretebileceğine inanmak istiyoruz.
Ama bu, gerçekleşmesi pek mümkün olmayan bir beklenti…
Bize böyle bir formülün bulunabileceğini düşündüren, Cemalettin Taşçı’nın “aydınlanma aklı” ismini taktığı bir zihniyet.
Taşçı, “karmaşık sistemler teorisi” fehvasınca, “ne tarafa doğru gidersek bir çıkış bulabileceğimizin” masa başında akılla bulunabilir bir şey olmadığını ifade ediyor.
Özellikle son elli yılda insanlığın çok büyük bir bölümünün “aydınlanma aklıyla malul” olduğunu ileri süren Taşçı, “zehirli” olarak tavsif ettiği zihniyet kalıbını şöyle bir örnekle açıklıyor:
Arı kolonisinin yetişkin olan arıları, çiçek özü toplamak üzere sabah kovandan çıkıp çevreye rastgele dağılırlar.
Farklı yerlere uçarak, kovana ne lazımsa bulup getirecekleri verimli kaynaklar ararlar.
Bunlardan bazıları aradıklarını bulur, bazıları bulamaz. Bazıları çok iyi ve bol kaynaklara denk gelir, bazıları kovana eli tamamen boş döner.
Arılar kovana dönünce birbirleriyle bir şekilde haberleşirler ve eğer çok velut bir kaynak varsa kovanın çok büyük bir bölümü ertesi sabah o kaynağa doğru gider.
Bu yöntem, aydınlanma aklını benimsemiş insana, çok verimsiz ve aptalca görünür.
Birçok arı boşu boşuna tesadüfi yerlere uçarak boşa zaman ve enerji harcamaktadırlar!
Aydınlanma aklı “insan, her işini aklıyla ince ince planlamalıdır” diyerek şu fikirleri telkin eder:
Arılar bizim gibi akıllı olmadıkları için kovanda oturup nerelerde verimli kaynakların olabileceği konusunda ön çalışmalar yapamaz, haritalar çıkartamazlar. Arılar gibi rastgele dört bir yana yayılıp acaba nerede ne var diye bakmak biz insanlara yakışmaz! Toplum olarak gücümüzü böyle boş arayışlarda tüketmek yerine nereye gideceğimize baştan karar verip tüm imkanlarımızı oraya doğru seferber etmemiz en doğrusudur!
Peki bu işe yarıyor mu?
Taşçı, dünyanın böyle işlemediğini, yaşadığımız kaotik hayatta insanın aklıyla kendine bir rota çizebileceği iddiasının yanlışlığı ispatlanmış boş bir inanç olduğunu söylüyor.
Akıllıların, okumuşların, ortalamadan daha geniş bilgi ve tecrübe sahibi olan birtakım kimselerin masa başında oturup derdimize deva olacak sihirli bir formül üretebileceklerine inanmak istesek de bu mümkün değil.
Tabi bunun imkansızlığı, aklımızı tamamen kaldırıp bir kenara koymak, olanı biteni kavrama, geleceğimize yön verme çabalarımızdan vazgeçmek anlamına da gelmemeli.
Burada mühim bir nüans var.
İnsan aklını putlaştırmak ifratsa, Şeyh Galib’in insanı sıfırlayan, “Tedbîrini terk eyle, takdîr Hudâ’nındır / Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümânındır” sözleri de tefrit!
Ona her şeyin en doğrusunu, en baştan bilebilecek bir tanrı rolü vermediğimiz sürece aklımız bize lazım.
Hayat yolculuğunda arabamızı nasıl kullanacağımızı, karşımıza çıkacak tümsek, çukur ve uçurumlardan nasıl sakınacağımızı bilmemiz için akıl şart.
Ama her şeyin akışkanlaştığı, hızla değiştiği, şekilden şekle girdiği dünyada en baştan kesin bir menzil ve keskin bir rota tespit etmek bir işe yaramıyor.
Sadece “kimseyi ezmeyeceğim, kendimi de ezdirmeyeceğim, kimsenin hakkına girmeyeceğim, kendi hakkımı da yedirmeyeceğim” gibi çok genel ahlaki prensiplerimizi baştan tespit edebiliriz.
Bu, “yol bittiğinde bile bize yol göstermeye devam edecek” prensipler çok önemli.
İşte bu sebeplerden dolayı, “akıllılarımızdan” her şeyi çözecek mucize formüller beklemekten vazgeçip arılar gibi kısmetimizi aramaya koyulmak zorundayız.
