Herkesin fikrine saygı göstermemiz lazım mı?
Sosyolojinin kurucu babalarından biri olan Emil Durkheim, toplumca kabul gören normların ve ortak değerlerin ortadan kalkması, davranışlarımızı düzenleyen sosyal standartların çözülüp yok olması halini “anomi” olarak tanımlar.
Ona göre bu, eski norm ve kuralların ortadan kalktığı, ama yerlerine yenilerinin konulamadığı sıkıntılı bir geçiş aşamasıdır.
Durkheim anomiyi açıklarken, Rousseau’nun “genel irade” ve Comte’un “konsensüs” kavramlarından yola çıkarak kendi “kolektif bilinç” kavramını geliştirir.
Kolektif bilinci, “toplumdaki ortalama bireylerin ortak inanç ve duygularının tümü” olarak tanımlar.
Eğer kolektif bilinç mutlak belirleyici olursa bireyler için hiçbir hareket alanı ve inisiyatif alma imkânı kalmaz.
Ama bireysel bilinç galebe çalar da kolektif bilinç tamamen yok olursa rasyonel toplumsal sözleşme ögeleri toplumu bir arada tutamaz hale gelir.
Denge önemlidir.
Toplumlar büyük sarsıntı dönemlerinden geçerken “kolektif bilinç” zayıflar ve etkisizleşir.
Buna karşılık ”bireysel bilinç” kuvvetlenir. Kendi muhakeme ve eylem özerkliklerine sahip insanlar, ortak toplumsal değerlere giderek daha az itibar etmeye başlarlar.
Ama bu durum geçicidir.
Durkheim, sarsılan modern toplumun zamanla aşırı uçlardan uzaklaşıp bir denge bulacağını öngörmüştü.
Öngörülerinde haklı çıktığı da söylenebilir.
Fakat bilgi toplumuna geçiş, iletişim devrimi, yapay zeka devrimi derken post-modern dünya yeni bir anomi dönemine girdi.
Katı modernitenin eridiği, ideolojilerin tedavülden kalktığı, hakikatin varlığının bile tartışılır hâle geldiği zamanları yaşıyoruz.
Ne kadar garip, anlamsız, ters, tartışmalı yahut ahmakça olursa olsun, her bireyin ve topluluğunun inanç, yönelim ve tutumlarının muteber sayılması gerektiğinin vurgulandığı bir dönemdeyiz.
Kolektif bilincin olabildiğince aşındığı, bireysel bilincin kendine çok geniş hareket sahası bulduğu, eskiden kamusal alanda telaffuzu bile söz konusu olmayan “fikirlerin” yağmur gibi yağdığı, toplumsal kınamanın normalde gün yüzü göstermeyeceği fiillerin açık açık sergilendiği bir devir bu.
Ülkemizde anomi, dünyanın geri kalanından çok daha şiddetli hissediliyor.
Açıkça ırkçılık yapan, yaygın inançları aşağılayan, katilleri, hırsızları, mafya babalarını alkışlayan, leblebi yer gibi nefret suçları işleyen insanların sosyal medyada boy gösterdiklerini görüyoruz.
Sahte diplomalarla mezun olanları, başkalarının yazdığı tezlerle akademik unvanlar kazananları, ölmüş insanların kimliklerine isimlerini yazdırarak mesleki unvanlarını çalanları seyrediyoruz.
Masum insanların acımasızca katledilmesinden, bebeklerin aç bırakılarak öldürülmesine, siyasi figürlerin gündüz gözü sokak ortasında vurulmasından, kara para aklarken suç üstü yakalanıp hapse atılan fenomenlerin serbest bırakılmasına varıncaya dek her şeyin savunulabildiğine hayret ediyoruz.
Her mesele herkese göre farklı, herkesin değişik bir perspektifi var, evet!..
Ama her fikir muteber mi? Her fikre saygı gösterilmeli mi?
Hayır!
Bazı fikirler “ne var canım, o da onun fikri, o da ona göre doğru” denilerek meşrulaştırılamamalı.
Mesela Siyonistler, giriştikleri korkunç katliamı normalleştirmemeli!
Mesela pedofili, hiçbir zaman suç olmaktan çıkarılmamalı.
“Görecelilik anaforu” bizi nihilizmin karanlığına çekiyor.
Dehşetler içinde, kolektif bilinci yeniden üretmenin bir yolunu arıyoruz.
Sosyal medya mahkemesi denilen şey biraz da bu arayışın neticesinde ortaya çıkıyor.
Felç olmuş adalet sistemini ancak yüzbinlerin infiali, yani “dijital maşeri vicdan” şoklayıp harekete geçirebiliyor.
Ama ne yazık ki “infial”, kolektif bilincin yeniden inşası için güvenilir bir altyapı sunmuyor.
Çünkü akla değil hislere dayanıyor.
Sanal alem vatandaşlarının psikometri araçlarıyla hislerinden yakalanıp kolayca manipüle edilebileceğini unutmamamız lazım.
Peki, nasıl olacak bu?
Kolektif bilincin yeniden inşası için erdemli, vicdanlı, cesur, ahlaki pusulası sağlam yön göstericilere ihtiyacımız var.
Ve onları takip edecek, akıllı, rasyonel, eleştirel düşünce becerisine sahip insanların sayısını arttırmaya...
