Katı olan her şey bir kez daha buharlaşırken: Postmodern belirsizlik ve otorite
Mihail Bakhtin, asla bilinemez, öngörülemez ve hükmedilemez olan tabiat karşısında duyulan korku ve acziyet hissini, belirsizlik dehşetini ‘kozmik korku’ olarak tanımlar.
Zygmunt Bauman’a göre ilkel insanın evren tasavvuru, belirsizlikle yoğrulmuş bir korkunun ifadesidir.
Ölçülemez, kontrol edilemez, yapacaklarına tedbir alınamaz tabiat kuvvetleri karşısında duyulan bu acziyet ve korkunun temel bileşenlerinden birisi de ‘belirsizliktir’.
Bakhtin, mutlak iktidarı avucunda toplamış yenilmez hükümdara boyun eğişin temelinde, aşılamaz ve giderilemez belirsizlik karşısında hissedilen zayıflık ve kırılganlık duygularının bulunduğunu ileri sürer.
Tıpkı tanrı karşısında olduğu gibi.
O yüzden ülkelerini Tanrı gibi mutlak güçlerle yönetmeye talip dünyevi taklitçiler belirsizliği bir araç olarak kullanır, otoritelerini belirsizlik ve kontrollü kaosla beslerler.
Bu ‘kadim numara’, kısa bir modernite molasının ardından post-modern zamanlarda yeniden hortlamış görünüyor!
Modernlik öncesi dünya hem değişmez hem de rastgele bir yerdi!
Hayat, önceki nesillerin yaptıklarının birebir tekrarlanmasından, geçmişin aynen yeniden üretilmesinden ibaretti.
İnsanlar yerel cemaatlerin parçasıydılar. Yaşadıkları ve çalıştıkları toprağa bağlıydılar. Ortak kaderlerinden kurtulmaları neredeyse hiç mümkün değildi. Çünkü oldukları yerde kalmaları Tanrı'nın isteğiydi.
Hayatları bu durağanlığa rağmen planlanamaz bir şeydi! Başlarına her an her şey gelebilirdi.
Varlıklarını kuraklıklar, seller, depremler, ölümcül salgın hastalıklar gibi ön görülemez ve tedbir alınamaz tabiat hadiseleri yönetiyordu.
Geleneksel hayat kalıpları bir yandan ilahi, doğal ve mucizevi, bir yandan bilinemez, öngörülemez ve güvenilmezdi.
Aynı zamanda her şey, değiştirilemez yahut esnetilemez şekillerde sabitlenmişti.
Modernite, bu durağan ve belirsizliklerle dolu dünya tasavvurunu baştan ayağa değiştirdi.
O değişmez dünyanın yerine, kurcalanabilen, yoğrulabilen, dönüştürülebilen, kalıba sokulabilen, ıslah ve inşa edilebilen, olduğundan farklı kılınabilen bir dünya geldi.
Marx da, Bauman da modernitenin durağanlığa ve belirsizliğe karşı çıkış olduğunu söyler.
Modern insan, Heidegger'in “zuhanden Gelassenheit” olarak adlandırdığı, şeyleri kendi hallerine bırakma, tortulaşıp kendi inatçı varoluşlarını edinmelerine izin verme anlayışı ile kavgalıdır.
Dolayısıyla kendiliğinden veya ilahi hükümle ortaya çıktığı söylenen şeylere tahammülü yoktur.
Modernlik, kişinin hayat mücadelesini amaçsız bir çırpınıştan planlı bir başarıya dönüştürme iddiasıdır. Bir başarıyı diğerine ekleyen, adım adım ilerlenecek bir yolu takip eden insanın, başarısını aşağıdan yukarıya inşa edebilen bir fail olabileceği iddiasıdır.
Katı modernite, istikrarlı kuralları olan ve belirsizliği azaltılmış bir dünyada yaşama imkânı sunuyordu.
Bu da belirsizlik karşısında bir emniyet hissi demekti.
Fakat bu ‘katı modernlik’ devri çok uzun sürmedi!
Güvensizlik hissi postmodernite ile geri döndü.
Neredeyse her ülkede, istihdamın eski güvenceleri çözülürken, yeni işlerin pek çoğu yarı zamanlı, geçici, belli vadeli, hiçbir faydası olmayan, 'esnek' işlere dönüştü.
Aile birimleri zayıfladı, dostluklar kırılganlaştı, cemaatler akışkanlaştı.
Önerilen ve imrenilen hayat tarzları nefes kesen bir hızla değişip durmaya başladı.
Becerilerin ve edinilmiş alışkanlıkların piyasa değeri istikrarsızlaştı.
Postmodern insan, sabitlerin, yani ‘katı olan her şeyin’, bir kez daha buharlaştığı dünyada tutunabilecek bir yer bulamıyor.
Güvensizlik, belirsizlik ve öngörülemezliğin karmaşık bileşimi yeniden çok yaygın ve ezici bir hâl alıyor.
Bu kırılganlık ve güvensizlik ortamının dehşeti, bireyleri bir sığınak arayışına itiyor.
Ve bu sığınak arayışı, belirsizliği bir tahakküm aracı olarak yeniden keşfeden otokratlar için verimli bir zemin hazırlıyor.
Şimdi cevabını merak ettiğimiz asıl soru şu:
İnsanoğlu belirsizlik korkusuyla bir kez daha zorbalığa teslim mi olacak,
yoksa bu belirsizliği özgürlükle yönetmenin bir yolunu mu bulacak?
