Kelebekler! Kendinizi küçük görmeyin!
Tarihin elinde oyuncak mıyız?” başlıklı yazımda bahsettiğim “hür irade” meselesi üzerinde birkaç kelam daha etmek istiyorum.
Kendini hayat karşısında aciz hisseden pek çok insan, “zaten yapabileceğim ne var ki” diyerek avunur.
Acaba gerçekten yapacak hiçbir şey yok mudur?
İnsan, sadece içinde doğup yaşadığı toplumun, çevrenin, şartların bir meyvesinden mi ibarettir?
Zaman zaman kendi hayat hikayesinin yönetmenliğini yaptığı illüzyonuna kapılsa da aslında kader sahnesinde tamamen iradesiz bir figüran mıdır?
İpleri bir takım mahiyeti meçhul büyük güçlerin elinde bir kukla mıdır?
Yoksa insan, içinde yaşadığı toplumu, çevreyi, şartları hem diğer insanlarla beraber hem de bireysel olarak etkileyip, değiştirme, dönüştürme kapasitesine sahip bir aktör müdür?
Kendi hür iradesiyle karar verme, seçim yapma, karşı çıkma, şerh düşme kapasitesine sahip bir özne midir?
Planlar yapıp uygulayabilen, sonuçları etkileyebilen, ıslah edebilen, inşa edebilen, hayatının akışına yön verebilen bir varlık mıdır?
Bu tartışmayı determinizmden bahsetmeden sürdüremeyiz.
Determinist ilkeye göre evrende olup biten her şeyin bir sebebi vardır. Yani her sonuç, kendisinden önce gelen bir sebebin kaçınılmaz ürünüdür.
Bu bakış açısı, Newton fiziğinin etkisiyle uzun süre bilimin hâkim paradigması olmuştur.
Fransız matematikçi Pierre-Simon Laplace’ın ünlü düşünce deneyi bunu en uç noktasına taşır: Eğer evrendeki her parçacığın konumunu ve hızını bilen bir “üst akıl” (Laplace’ın şeytanı) olsaydı, geçmişi de geleceği de hatasız hesaplayabilirdi. Bu durumda özgür irade diye bir şeyden söz edilemezdi; insanın kendisi bile bazı zincirleme sebeplerin zorunlu sonucu olurdu.
Fakat kaos teorisi, determinizmin mutlaklığına büyük bir darbe vurdu.
Hava durumu simülasyonları üzerinde çalışan Edward Lorenz çok küçük hesaplama hatalarının çok alakasız, çok farklı sonuçlar doğurduğunu tespit etti. 1963’te, modern kaos teorisinin miladını belirleyen makalesini yayınladı.
Bu keşif, deterministik bir sistemin dahi başlangıç koşullarına son derece hassas olduğunu ve uzun vadede öngörülemez hale geldiğini gösterdi.
Bu çerçevede meşhur “kelebek etkisi” benzetmesi ortaya çıktı: Amazon’da bir kelebeğin kanat çırpması, atmosferdeki öngörülemez zincirleme tetiklemelerle haftalar sonra Kuzey Amerika’da bir kasırgaya yol açabilir.
Yani kainat deterministik olsa bile pratikte öngörülemezdir.
Nobel ödüllü Rus fizikçi İlya Prigogine’nin termodinamikteki çalışmaları da, düzen ile düzensizlik arasındaki ince sınırı anlamamıza katkı sağladı.
Determinist kainat görüşüne diğer büyük darbe ise kuantum mekaniğinden geldi.
1920’lerden itibaren, bir parçacığın hem konumunu hem hızını aynı anda mutlak kesinlikle bilmek imkânsızdır diye özetleyebileceğimiz Heisenberg’in belirsizlik ilkesi, Schrödinger’in dalga fonksiyonu ve Born’un olasılık yorumu, kainatın temellerinde kesinlikten ziyade ihtimallerin olduğunu ortaya koydu.
Bu bilimsel gelişmeler, özgür irade tartışmasını yeniden alevlendirdi.
Eğer Laplace’ın öngördüğü mutlak determinizm doğru olsaydı, “hür irade” sadece bir illüzyon, basitçe bir yanılgı olurdu.
Ama gerek kaos teorisinin gösterdiği öngörülemezlik, gerekse kuantum mekaniğinin ortaya koyduğu olasılıksallık, bireyin bir kukladan fazlası olabileceğini gösterdi.
Belki de özgürlük, mutlak bağımsızlık olmasa da belli sınırlar içinde irade gösterme kapasitesidir.
Birey, toplumun, tabiatın ve tarihin zincirleriyle bağlı olsa bile, çok büyük ve öngörülemez değişiklikleri tetikleyebilir.
Özetle, mutlak bir hür iradeye sahip değiliz ama iradesi tamamen elinden alınmış mutlak köleler de değiliz.
İnsanı “tarihin elinde oyuncak” gören anlayış da, onu tamamıyla özgür bir özne gibi gören yaklaşım da eksik.
Hayatın kaotik yapısının determinizmi çatlattığı yerlerde hür irade için filizlenme imkanları doğuyor.
Eğer hür irade varsa, insanın toplumsal dönüşümde bir rolü ve sorumluluğu var demektir!
Altını çizelim: Kelebeğin kanat çırpmasından çıkan esinti bir kasırgaya dönüşebilir.
Hiçbir kelebek kendini küçük görüp, umutsuzluğa kapılmamalıdır.
