Allah’a havale edilen hasımlar, IDEF’te stant açanlar…
BM kaynaklarına göre 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de hayatını kaybedenlerin sayısı 50 bini aştı. Bunların yaklaşık 16 bini çocuk, 10 bini kadın. Yaralı sayısı 90 bine yaklaştı. İsrail’in sistematik olarak hedef aldığı sivil altyapılar arasında hastaneler, okullar, mülteci kampları, pazar yerleri, camiler, kiliseler ve yardım konvoyları da bulunuyor. Gazze’nin yüzde 75’i yaşanamaz hâlde. Dünya Gıda Programı’na göre bölgede kitlesel açlık yaşanıyor. İnsanlar un bulamadığı için hayvan yemini öğütüyor, bazı yerlerde yaprak yiyerek hayatta kalmaya çalışıyor. Temiz suya erişim yok. BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi’nin raporuna göre, 600 binden fazla çocuk travmaya bağlı konuşma kaybı yaşıyor. Gazze’de yaşananlar bir savaş değil; hukukun, insan haklarının ve ahlaki sınırların topluca infazıdır.
Ve dünya, bu infazı izliyor. Daha doğrusu, izliyormuş gibi yapıyor. ABD yeni mühimmat onaylıyor, Avrupa Birliği antisemitizm tartışmasına sığınıyor, Uluslararası Ceza Mahkemesi ise “soykırım” şüphesiyle soruşturma açıyor ama sahada değişen bir şey olmuyor. Kınamalar, bildiriler, aciliyet çağrıları... Hepsi var. Ama hiçbiri gerçek değil. Çünkü sahada hiçbir karşılık bulmuyor.
Fakat asıl utanç, Batı’nın ikiyüzlülüğünde değil. Gerçek utanç, içerideki çelişkilerde. Zirveler yapılıyor, sonuç bildirileri okunuyor, yardım tırları hazırlanıyor. Ama sınırlar kapalı, ordular sessiz, diplomasiler yorgun. Kimi kendi petrol anlaşmalarını korumaya çalışıyor, kimi ticaretin seyrini bozmadan cümle kurmanın yolunu arıyor. Herkes konuşuyor ama kimse durdurmuyor. Dışişleri binalarında kurulan cümlelerin hiçbiri, Gazze’deki bir çocuğun kaderini değiştirmiyor. Bütün açıklamalar, sessizliğin estetik versiyonu gibi kalıyor. Tırnağı sökülmüş bir çocuğa “kardeşlik” kelimesi yetmiyor artık.
Tam da bu suskunluk anında, bir ses yükseliyor. Yalnızca düşmana değil, izleyene dönüyor. İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın sözcüsü Ebu Ubeyde, uzun süren sessizliğini bozduğunda, doğrudan ümmete hitap etti. Söylediği cümle, yalnızca bir sitem değil, bir hüküm cümlesiydi:
“Ey İslâm ve Arap ümmetinin liderleri! Büyük partileri ve seçkinleri! Ey âlimler! Sizler, yüce Allah’ın katında bizim hasmımızsınız.”
Bu çağrının hedefinde yalnızca Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan yok. Bu topraklar da bu çağrının muhatabı. Üstelik burada ümmet kelimesi her şeyden çok telaffuz ediliyor. Siyaset meydanlarında, kürsülerde, mitinglerde, ekran başlarında… Öyle ki, bir vakitler “bir duvarın tuğlaları gibi kenetlenmek” diye tarif edilen o bütünlüğün simgesi olarak takdim ediliyordu. Ancak o duvarın bugün hangi tuğlasının altında çocuk cesedi, hangisinin altında diplomatik korkaklık kaldığını artık herkes biliyor.
Bazı kelimeler, en çok ihtiyaç duyulduğu andan çok en çok alkış beklendiğinde hatırlanır. “Ümmet” de öyle. Her seçim döneminde yeniden parlatılan, her iç politik gerilimde tekrar raftan indirilen o sihirli kelime... Kardeşlik nutukları atılırken, soykırım karşısında kırmızı çizgiler itinayla aşılmaz. Söz çok, eylem az. Bu söylem artık bir inanç değil, bir teraneye dönüştü. Ümmet, bugün yalnızca seçmen konsolidasyonunun dilsel aracıdır. İçeride birlik çağrısı, dışarıda diplomatik denge. Bu kelimenin iki yüzü var bu kelimenin, ama hiçbir yüzü Gazze’ye bakmıyor.
Bütün bu söylemlerin hükmünü düşüren şey ise, sahadaki tercihlerdir. Şimdi bu tercihlere biraz daha yakından bakalım. Gazze’de açlıktan insanlar ölürken, bu ülkede Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı (IDEF) başlıyor. Resmi kaynaklara göre, 22–27 Temmuz 2025 tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenecek bu fuarda, savunma sanayisinin en büyük uluslararası şirketleri yer alacak. Bunlar arasında kimler var?
Lockheed Martin, BAE Systems, Leonardo, ThyssenKrupp Marine Systems, GE Aerospace, Honeywell, Teledyne FLIR, HP, Hewlett Packard Enterprise, Rolls-Royce Power Systems… Bu şirketlerin ortak özelliği, yalnızca savunma sanayi devi olmaları değil. Aynı zamanda her biri İsrail’e doğrudan veya dolaylı olarak silah, motor, optik sistem, termal kamera, gözetim teknolojisi, IT altyapısı, denizaltı ekipmanı, veri merkezi hizmeti sağlayan firmalar. Medyada yer alan açık bilgilere göre bu firmalar fuarda stant açacak, görüşmeler yapacak, ürün sergileyecek.
Bu firmalar, Gazze haritasını yerle bir eden sistemlerin mühendisliğinde doğrudan yer alıyor. Kimi F-35 parçaları üretiyor, kimi IDF’nin optik sistemlerine destek veriyor, kimisi veri gözetim altyapısının tedarikçisi. Ve şimdi, bu ülkenin topraklarında ağırlanıyor. Kırmızı halılar seriliyor, stantlar hazırlanıyor. Belki bakanlarla tokalaşacaklar, “dostane iş birliği” açıklamaları yapılacak. Ümmetin gözünün içine baka baka, Filistin’i yok eden sistemleri üretenlerle ticaret masasına oturulacak.
Bu duruma yalnızca ticari bir organizasyon denemez. Bu açıkça etiğin iflas ettiği bir dünyaya açılmış vitrin. Çünkü işgal rejimini besleyen her damar koparılmalıysa –ki bu en çok bu topraklarda dillendiriliyor– o damarın geçtiği en yakın hat, IDEF’in içinden geçiyor. Kimin kimle tokalaştığı, artık siyasi pozisyon değil; vicdani beyan sayılmalı.
Bugün Gazze’nin çöplüklerinden değil, bu fuar salonlarından başlayarak safımızı belirliyoruz. Çünkü Filistin davası artık yüreklerde sınanmıyor, listelerde, stantlarda ve ihalelerde sınanıyor. Ve o sınavı geçemeyenlerin hiçbiri, ne kadar “birlik” derse desin, o birlikten sayılmıyor.
Gazze’den yükselen o ses, sadece bir çığlık değil, bir kayıttır.
Ve o kayıt, artık yalnızca bombayı atanı değil, bombanın düştüğü yerde gözünü kapatanı da yazıyor:
“Sizler Allah katında bizim hasmımızsınız.”
