Diplomasinin liginde küme düşen ‘Ümmet’

İran masum değil. Mezhepçi yayılmacılığıyla bölgeyi yangın yerine çevirdi; Suriye’de Esed rejiminin arkasında durarak milyonların hayatını yitirdiği bir felaketin parçası oldu. Lübnan’dan Yemen’e kadar kurduğu vekil ağlarla ümmetin birliğini değil, parçalanmasını besledi. Kendi halkına yönelik baskıları, ahlak polisi aracılığıyla kamusal alanda kurduğu tahakküm, kadınların hayatına müdahaleleri elbette unutulmadı. Bu politikaların eleştirisi meşrudur, elbette hafıza dışında bırakılacak türden değildir. Ancak bugün İran’a atılan bombaları bu yanlışlar üzerinden meşrulaştırmaya çalışmak, sahici bir özeleştiriden çok, Batı’nın emperyal saldırganlığına içeriden kılıf üretmek anlamına geliyor.

Çünkü İran’a düşen bombalar ne kadın ya da toplum özgürlüğü için atılıyor ne de demokrasi adına. Bu saldırılar, açıkça jeopolitik hizaya sokma operasyonlarıdır. Kullanılan teknolojiye bakmak bile yeterli: Palantir’in istihbarat algoritmaları hedef analizini sağlıyor, Lockheed Martin üretimi mühimmatlar sevk ediliyor, NATO radar sistemleri bölgedeki tüm hava trafiğini anlık olarak izliyor. Bombaların üzerinde İsrail’in damgası olabilir, fakat saldırının alt yapısını taşıyan tüm askeri omurga Batı’nın güvenlik aygıtlarına ait.

Üstelik bu mimari ilk kez İran’da kullanılmıyor. Aynı algoritmalar, aynı cephane, aynı istihbarat zinciri, aylardır Gazze’nin üzerine çalışıyor. 7 Ekim’den bu yana on binlerce Filistinli sivil katledildi, tüm bir şehir yerle bir edildi, uluslararası hukuk alenen çiğnendi ve hiçbir Batılı hükümet bu tabloyu durdurmaya yeltenmedi, miş gibi yaptı. Gazze’de denenmiş olan, şimdi İran üzerinde sürdürülüyor. Bu yüzden mesele pek de insan hakları değil, mesele direnme potansiyeli taşıyan her aktörü sistemin dışına itmek. İran da Filistin gibi, bu ortak düzene başkaldırının sembolüne dönüştüğü için hedefte. Bu bombardıman bir askeri angajman gibi okunsa da aslında Batı’nın “itaat etmeyeni cezalandırma” refleksinin askeri formudur.

İran bu haliyle sevilmedi, sevilmiyor, sevilmeyecek ancak bu durum bugün, bölgede İsrail’in mutlak gücüne karşı fiilen karşılık verebilen tek aktör hâline geldiği gerçeğini de inkâr ettiremez. Hemen tüm aktörler ya diplomatik masalarda sessizliğe sığınıyor ya da “bizim gibi olmayanlar zaten bedelini öder” diyerek kibirli bir konfor alanı kuruyor. Oysa İran, tüm eleştirilebilir yanlarına rağmen Batı’nın çizdiği sınırları tanımıyor. Sezar’ın hakkını da verelim ki direnişi slogandan ibaret değil bedel ödenerek sürdürülen, somut karşılık içeren bir duruş. Bu nedenle sistemin dışına itiliyor, yalnız bırakılıyor, şeytanlaştırılıyor.

Bugün İran bombalanıyorsa, bunun nedeni onun uyguladığı iç politikalardan çok, Batı’nın hiza haritasına girmemekteki ısrarıdır. Bu yeni düzende yaşam hakkı, sadece boyun eğenlere tanınıyor. Direnen her yapı önce yalnızlaştırılıyor, sonra hedefe yerleştiriliyor. Ve bu hedef gösterme sürecine, içeriden yapılan “zaten kötüydü” türü yorumlar da ister istemez mühimmat taşıyor.

İslam dünyasının kurumsal temsilcileri, saldırıların ardından neredeyse refleks hâline gelmiş bir diplomatik retorikle sahneye çıkıyor. Yapılan açıklamalarda İsrail kınanıyor, nükleer silahsızlanmanın önemi vurgulanıyor, diyalog ve iyi komşuluk ilkelerine bağlı kalınması gerektiği ifade ediliyor. Ancak bu sözler, içerdiği fikirle de taşıdığı ağırlıkla da sahici bir pozisyon oluşturmuyor. Daha çok, dünyanın gözleri üzerindeyken “biz buradayız” demenin kayıt altına alınmış pozu verme arzusu. Satır aralarında tehdide karşı gelen bir duruştan çok, tehdidin uzağında kalma arzusu hissediliyor. Kınama cümleleri, saldırının kendisinden değil, onun doğurduğu diplomatik rahatsızlıktan besleniyor.

Bu tür metinler sadece sessizliği tescillemekle kalmıyor. Aynı zamanda bölgenin tüm hafızasında “ümmet” tahayyülünün ne kadar içi boş bir retoriğe dönüştüğünü de açık biçimde ortaya koyuyor.

Bazıları içerideki rejimi gerekçe göstererek İran’a yöneltilen saldırıyı “anlaşılır” buluyor. Oysa benzer baskıcı düzenler yalnızca İran’a özgü değil. Suudi Arabistan’da da Mısır’da da benzer uygulamalar var fakat bu ülkeler hedef alınmıyor. Çünkü Batı’nın meselesi baskıcılıkla değil. Asıl rahatsızlık duyduğu şey, sistemin dışına çıkma ihtimali. Biat etmeyen, hizaya gelmeyen, çıkar ortaklığına yanaşmayan her ülke potansiyel tehdit olarak kodlanıyor ve bu gerçek göz ardı edildiğinde, yapılan her analiz kaçınılmaz olarak failin söylemini yeniden üretmeye başlıyor.

İsrail’e yönelik açık bir duruş göremeyenlerin yönelttiği eleştiriler karşısında son zamanlarda sıkça dile getirilen bir savunma biçimi de dikkat çekici: Görünenin ardında yürütüldüğü iddia edilen “büyük planlar”, stratejik suskunluklar ve görünmez hamlelerle örülü alternatif bir gerçeklik anlatısı. Bu söylem, politik eylemsizliğin yerine niyet okumayı, açık pozisyon alışların yerine gizli stratejilere iman etmeyi koyuyor. Her şeyin bir “zamanı” olduğu, her sessizliğin bilinçli bir hazırlığın parçası olduğu varsayılıyor. Oysa gerçek siyasetin temel kuralı, sonuç üretmesidir hayal değil, fiil. Diplomatik ilişkiler kesilmemiş, ticaret azalmamış, herhangi bir yaptırım uygulanmamışken sadece perde arkasındaki niyetlere yaslanmak, gerçeği ikna edici bir fanteziyle ikame etmektir. Bu söylem, yalnızca olanı yadsımakla kalmaz olması gerekeni de belirsizliğe teslim eder. Çünkü sessizliğe anlam atfetmek, çoğu zaman hakikate değil, çaresizliğe bulunan edebi bir kılıftır.

Bugün İran’a yöneltilen eleştirilerin haklı olduğu yanlar kadar, suskun kalan Müslüman ülkelerin ahlaki çöküşü daha büyük bir meseledir. İran’a düşen bombalar sadece askeri değil, sembolik de. Onlar ümmetin sözde dayanışmasını, geçmişteki kardeşlik iddialarını, bugünkü ortak değerleri paramparça ediyor. “Ümmet” artık içi boş bir kelime. Ne cesaret içeriyor ne samimiyet ne de sorumluluk. Sadece iktidarın diline sığınmış bir retorik. Herkes, bedel ödemeden haklı olmak, susarak vicdanlı kalmak istiyor. Ama suskunluk, bu çağda en büyük rıza biçimi.

YORUMLAR (34)
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
34 Yorum