İblisin mirası: Mobbing
İbrahimi dinlerin kutsal kitaplarında ortak bir anlatı vardır. Tanrı’nın yarattığı sıradan bir varlık olmasına rağmen kendisinin “ateşten” yaratılmış olmasını bir üstünlük olarak gören İblis, topraktan yaratılan Adem’e, apaçık emre rağmen secde etmemişti.
İblisi iblis yapan olay olmasının ötesinde bu vakıa aslında tüm yaratılmışlar içindeki temel varoluş kavgasının kökenine de vurgu yapar: “bir başkası üzerinde üstünlük / iktidar kurma istenci.”
Tarih boyu yaşanan tüm savaşların, katliamların, işgallerin özünde bu ayartma vardır. İnsan ilişkilerini yöneten bu en temel şeytani güdü, iblisin mirası olan bir zulüm aracıdır.
Bu iblis mirası o derece genlerimize işlemiştir ki, çocukluktan başlayarak ihtiyarlık ve hatta ölüme kadar – şa’şalı mezar taşları gibi – tüm insan hallerinde hakimiyet kurmaya çalışır.
Bu kimi zaman karşımıza milliyetçilik sosuyla yumuşatılmış ırkçılık olarak çıkar, kimi zaman halktan biri olduğunu iddia eden ve fakat kendisini her türlü ortaklık ve eşitlikten azade tutan iktidar unsurları ve onların yandaşlarının dayattığı üstünlük olarak… Kimi zaman bir patronun işçisine dayattığı, bir akademisyenin bir başka akademisyene dayattığı üstünlük olarak veyahut bir öğretmenin öğrenciye dayattığı üstünlük olarak. Bazen arkadaşın arkadaşa dayattığı üstünlük, üstün olduğunu sanma hali olarak…
Bu üstünlük kurma/taslama – hatta bazen sadece başkasından bir şekilde farklı olma güdüsü- modern zamanlarda farklı isimlerle gündelik hayata nüfuz etti. “Mobbing” diğer adıyla “bezdiri” bunlardan en sık karşılaşılanı belki de.
Mobbing çoğunlukla iş ilişkilerine has kullanılan bir tabir olsa da insani ilişkilerin çoğu katmanında da kendisini açık eder. Burada temel olan diğer kişinin varlığının olduğu hali ile bir sorun olarak görülmesidir.
Duyulan rahatsızlık ötekinin kendi halinde, kendi vasıfları ve bireyselliğiyle, görece başarısızlığı, edilgenliği, çabasızlığı ile -artık hissedilen kusuru ne ise- işte tam onunla, oracıkta kendi başına var oluşunun mobbing uygulayan kişiye “batmasıdır”.
Bugünlerde bunu bir makama hak etmeden gelen kişilerin, makamın yüceliği(!) ile kendi boşluğu ve vasıfsızlığı arasındaki orantısız münasebet nedeniyle yaşadığı gerilimin bir tezahürü olarak görüyoruz en çok.
Gerek bürokraside gerek akademide gerek ast üstün olduğu ufacık bir klanda kendisini apaçık belli eder bu insanlar. Ansızın geldiği yerden edilme korkusu ya da uğradığı haksızlıkların hıncını başka bir yerden çıkarma arzusu... Artık siz ne derseniz deyin. İnsanların içindeki o mukim, kımıl kımıl huzursuzluk bir başkası üzerinde zorbalık test ederek giderilmeye çalışılır. Buna aczin büyük gücü diyebiliriz.
“…Ey insanlar! Sizin zorbalığınız ancak kendi aleyhinizedir. Dünya hayatın metaı geçicidir. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz.” Yunus-23
İnsanın insana ait kusurları herkesin içinde ayan beyan anlatması, ortaya kıt kanaat çıkardığı iki ufacık ederini “hatalarla dolu ve değersiz” görmesi, daimî olarak kendisini ve zihnini överek diğerinin başarısızlığını ve acizliğini anlatması bir üstün olma payesi elbette değildir. Sahibine kısmi rahatlama sağlayan bu erdemsiz hareketler, geride Allah’a verilecek bakiyesi yüklü bir hesabı, hiç de sevgiyle anılmayan bir kişilik olmayı, ekose battaniyenin içine tek başına girmiş ve sıcak kahve seramiğinin hararetiyle kendisini ısıtan yalnız bir benlik olarak kalmayı da getiriyor…
Kendisinde bulduğu bu yukarıdalık payesi zorbayı bu kadar rahat kılan. Narsistik ve egosantrik olma hali. Yapabildiği her eylemin arkasında bu var. İsrail İsrailliğini bu üstün olma sanrısına dayanarak yapıyor, Amerika’sı da Rusya’sı da. İnsanı da arkadaşı da patronu da öğretmeni de.
Oysa güç esenlik sağlıyorsa etrafına, etrafındaki her bir insana o zaman güçtür. Kazancakis’in dediği gibi “gücü olan köprü olmalıdır. Üzerinden geçerek salimen kıyıya varanlara şöyle bir el sallamalı ve gurur duymalıdır.”
Ya hu mübarek ne güzel bir güç tanımıdır bu. Şiddetsiz ve besleyici. Patavatsızlıkla açık sözlülük arasındaki nüans telinin üzerinde bir “si bemol” sesi gibi titriyor bu güç. Tıpkı İbrahim’e soğuk ve selametli olan o ateş gibi varlığı var fakat yakmıyor, cezalandırmıyor. İşte güç böyle bir güç. Kontrollü, bilgisinin esiri değil, sahibi… Çünkü oraya layık, hazımlı. İçselleştirmiş ve iyi kalpli. İniş çıkışlarla yorgun olsa da yorgunluğu kendine, başkasına karşı sabit bir noktada durarak güvenli ve merhametli.
Hayat başımıza ne getirmiş olursa olsun ne kadar büyük ağırlıkların altında ezilirsek ezilelim… Sadi Şirazi gibi “bana yeni bir hayat daha lazım, bu hayatım ümit ederek geldi ve de geçti.” diyecek kadar hazin de olsa başımıza gelenler… İnsan bir diğer insana esenlik olmak zorunda. Dünya ile başkaca başa çıkma yöntemi yok…
Merhametsizliğin çıkacağı hiçbir kapı varacağı da hiçbir yol yok. İnsan kadar aciz bir varlığın hiçbir güç gösterisine boyun eğmeyeceğiz. Bizler de bu duruşa layığız.
Bu yazımı yeryüzündeki tüm zorbalara ithaf ediyorum. Yarın ya da bir gün -en azından- kendilerine ithaf edilmiş bir şeyler var mıdır diye ‘arandığında’ eline geçmesi ve sevinmesi temennisiyle.