İktidarın da solun da istemediği üvey evlat: Muhalif muhafazakârlar
Bu yazıyı, sol çevrelerin yayın organında yer alan “CHP’nin ‘normalleşme’ yolculuğunun son durağı: 2025 programında laiklik nasıl tasfiye edildi?” başlıklı metnin diliyle ve bu dili besleyen eski seküler-devletçi algıyla hesaplaşmak için kaleme alıyorum.
Öncelikle CHP’nin 2025 Programı lansmanında bulunan bir yazar olarak, söz konusu başlığın taşıdığı korkuların gerçeklikle hiçbir temasının olmadığını söylemeliyim. Aksine, bir muhafazakâr olarak programda kendime özel bir bölüm, ayrıcalıklı bir alan, kimliğimi hedef alan bir imtiyaz dili aradım ve bulamadım. Yıllardır bize “CHP muhafazakârları merkeze aldı, teslim oldu” diye okunan ezberlerin tam tersini gördüm. Aslında CHP normalini yapmış, hiçbir kesimi öncelememiş.
Solun bu başlığı attığını görünce, ülkenin siyasal hafızasını hâlâ 28 Şubat’ın bulanık merceğinden okumakta ısrar ettiklerini, böylece bugünün siyasal düşünüşünü daralttıklarını ve yarının toplumsal barışını zedelediklerini düşündüm. Seküler çevrelerde devridaim eden bu eski ton, yalnızca geçmişin tortusunu diri tutmuyor, iktidarın yükselişinde etkili olduğu gibi bugün kendini ayakta tutmasının da en elverişli malzemesine dönüşüyor.
Yıllardır muhafazakârları yekpare bir “gericilik kümesi” gibi işaret eden bu takıntılı çevre, dindar yurttaşı risk kategorisine yerleştirerek ilerici bir ufuk açtığını sanıyor. Oysa toplumu mühendislik nesnesine indirgeyen ve kendini hâlâ aydınlatıcı bir üst katta konumlayan, tedavülden kalkamamış eski bir üstünlük dili bu.
Bu dil, bugün muhafazakârların hafızasında derin iz bırakan, seçmenin CHP’den ürkmesine yol açmış korku algısını besleyen ana kaynaktır. Yıllarca törpülenmeyen bu seküler ton korkunun diri kalmasını sağladı. İktidar da bu tortuyla ustaca oynadı ve “diğerleri seni dışlar” hissini sürekli canlı tuttu. Bu duyguyu ayakta tutan olgu yalnızca propaganda gücü değildi. Sol cenahtan hâlâ ve ısrarla yükselen tahakkümcü ton da aynı etkinin sürmesine aralıksız katkıda bulundu. Bu tanıma sıkıştırılmış kitleler de kendi tercihleriyle değil korkularıyla oy vermek zorunda kaldı.
Bu ülkede milyonlarca muhafazakâr uzun süre açık bir güvensizlik damgasıyla yaşadı. Eski devletçi refleks de bu ayrımı “modernlik” başlığı altında meşrulaştırmaya çalıştı. Oysa siyasal ilerleme insanı potansiyel tehdit olarak okuyan sınıflandırmalarla ortaya çıkmaz. Sekülerlik dindarı hedef gösteren bir dille yol alamaz. Laiklik herkesin kimliğiyle güvende hissettiği bir düzende anlam bulur. Modernlik halkın değerlerini bastırma arzusuyla gelişmez ve bu değerleri anlayan bir toplumsal olgunlukla büyür.
Bu güvensizliğin nedeni salt kültürel mesafe de değildi. Sol cenahın asıl korkusu hukuksuzluk olmalıydı. Toplumun başındaki asıl yük tam bu noktada büyüdü. Zira ülkeyi felç eden esas ağırlık buradadır. Hukuksuzluk temsili hapse göndermiş, ağızda hala laiklik söylemleri. Bu nokta da tam bir komedidir.
Bugün “eski çizgiye dönün” çağrısı yapmanızın talebi bir ilke arayışı değil. Kaybedilen kültürel üstünlüğün özlemi. Orada bir çıkış yok. Bilmelisiniz.
Ben ve benim gibiler bu ülkenin dindar insanlarıyız. İktidarın piyasaya sürdüğü muhafazakârlık imgesini taşımıyoruz. Seküler çevrelerin üzerimize sürdüğü tehdit etiketini de kabul etmiyoruz. Kimliğimizi partilerin envanterine yazan çürük düzenin dışında nefes almak istiyoruz. Bunun için bizi kriminalize etmeyen bir dile ihtiyaç var. Bu dil yalnızca sağdan değil soldan da gelmeli. Hukuku önceleyen bir ortak bilinç kurulmadan hiçbir siyasal zemin güçlü olmaz.
Bu ülke eski Türkiye’nin içinde yaşamıyor. Kimlikler öcü değil. Asıl karanlık kimlikleri birbirine kırdırarak güç devşiren ve hukuksuzluğu siyasi yönteme dönüştüren zihniyet. Bu zihniyetle hesaplaşmamız önceliğimiz olmak zorunda. Aksi halde yeni bir siyasal evre kurulmaz ve bu fasit daireden çıkamayız.
Oysa acilen çıkmak zorundayız.
