Kıbrıs’tan Türkiye’ye bakmak

Kuzey Kıbrıs seçimlerinin sonuçlandı. Ve şimdi ne uzun soluklu bir umut doğmuş gibi görünüyor ne de kapsamlı bir dönüşümün kapısı aralanmış gibi.

Sandıktan çıkan tablo, toplumun hangi fikirlerden uzaklaştığını, hangi taleplerin ağır bastığını net şekilde ortaya koyuyor. Halkın seçimde verdiği mesaj bir idealin peşinden gitmekten ziyade, yorulmuşluğun, belli koşullara karşı dayanma sınırının aşılmasının ve “artık yeter” demenin ifadesi. Çünkü insanlar çoğu zaman geleceğe dair büyük vaatlere bakmadan, artık koruyamaz hale geldikleri geçmişin yüküne bakarak karar verirler.

Kıbrıs halkı bu seçimde bir lidere duyduğu derin inançtan çok, giderek kökleşen güvensizlik duygusunun yönlendirmesiyle sandığa gitti. Bu tercih, kişisel beğenilerle ya da ideolojik farklılıklarla açıklanamaz. Çünkü ortada yalnızca bir yönetim krizi değil, bir yaşam düzeninin sarsılması var. Kumarhanelerin, gece kulüplerinin, kara para ağlarının ve denetimsiz üniversitelerin gölgesinde ahlak sessizce sahneden çekildi. Bürokrasi yıprandı, siyaset kirlenmiş paranın diline alıştı. İnsanlar bu yapay refahın, bu kirli konforun içinde nefessiz kaldı.

Bu seçim, bir değişim isteğinden çok kaçış refleksini yansıtıyor. Kıbrıs toplumunun önemli kesimi artık “mevcut durumu sürdürmek” fikrinden dahi korkar hale geldi. Çünkü bugünkü düzen, bağımsız bir yaşamdan öte bağımlılıklar zincirinin düğümlenmiş hale gelmesiydi. Her kararın Türkiye merkezli alındığı, her atamanın Ankara’dan onay beklediği, her eleştirinin “Rum yanlısı” damgasıyla susturulduğu bir düzende, Kıbrıslı Türkler kendi iradelerine yabancılaştı. Devletin gölgesi büyüdükçe bireyin sesi kısıldı; aidiyet duygusu, yerini sessiz bir kopuşa bıraktı. Artık insanlar neye inanacaklarından ziyade kimden uzak duracaklarına karar veriyor. Bu seçim, uzun süredir bastırılan bir tükenmişliğin dışavurumu.

Bu yabancılaşmanın kaynağı siyasetten çok, insanın içsel çözülmesinde aranmalı. Kıbrıs’ın kumarhane merkezli ekonomisi parayla birlikte emeğe ve geleceğe olan inancı da tüketti. Bir toplum üretmekten koparak emeğin yerine şansı koyduğunda yozlaşan sadece siyaset değildir; anlam duygusu da erir… İşte Kıbrıs’ta olan tam olarak buydu.

Casino ışıkları geceleri aydınlatmaktan çok, dönen karanlıkların üzerini örter hale geldi. Bu dönemde söz konusu düzen korunduğu gibi, “kalkınma” adıyla sistemin temeline yerleştirildi. Halk bu yanılsamanın artık bir vaat değil, kandırmaca olduğunu çoktan anladı. Zira refah varmış gibi parlatıldığında içi boşalan bir hayatın ağırlığı daha da görünür hale gelir. Kıbrıs’ın kuzeyinde insanlar artık zenginliğin değil, anlamın tükenişinde bocalıyordu. Belki de bu seçim, o tükenişin artık saklanamadığı bir yüzleşmeydi.

Kıbrıs’ta yapılan seçim, basit bir eksen değiştirme değil, merkezin çevre üzerindeki tahakküm biçimlerine dair tarihsel bir kırılmadır. Buradan bakıldığında bu sonuç, “küçük bir adanın yerel tercihi” gibi algılanabilir. Oysa bu tablo, merkezin çevre üzerindeki meşruiyetinin nasıl aşındığını gösteren simgesel bir eşiği temsil ediyor.

Kıbrıs halkı, Türkiye’ye karşı değil, Türkiye’nin son yıllarda katılaşan devlet aklının adadaki yankısına karşı sandığa gitti. Bu tepki, bir dış politikadan çok bir yönetim biçiminin sorgulanmasıdır. Halk, bu seçimle birlikte kendisine biçilen rolü değil, kendi sesini hatırlamayı seçti.

“İki devletli çözüm” söylemi, Kıbrıs’ta artık bir gelecek vaadinden çok, geçmişin siyasal kalıplarını tekrarlayan bir refleks olarak algılanıyor. Oysa adada yaşayanlar için mesele, çözüm modellerinin isimlerinden çok, bu modellerin hayatın gerçeklerine ne kadar temas ettiğiyle alakalı. Zira “İki devletli yapı” fikri, Kıbrıslı Türklerin kimliğini koruma iddiasını taşırken, zamanla onları karar süreçlerinin öznesi olmaktan çıkaran bir siyasi mekanizmaya dönüştü. Halk bu çelişkiyi fark etti ve bu fark ediş, karşıtlık değil, özneleşme iradesinin ifadesiydi. Sandıktan çıkan mesaj “birlik” ya da “ayrılık” tartışmasının ötesinde, kendi sesini duyurmak isteyen bir toplumun varlık beyanıydı. Bu seçim, kimseye meydan okumadan, fakat kimsenin adına konuşulmasına da izin vermeden verilen sakin bir yanıt niteliği taşıyor.

Bu seçim sonucu kazananlar tarafından adeta vicdanın zaferi olarak okunuyor. Kıbrıs halkı artık patronajla yönetilen, yukarıdan biçilen rollere razı bir toplum olmak istemiyor. Kendi kaderlerini belirlemek, kendi iradelerini seslendirmek istiyorlar. Tufan Erhürman bu dalganın tam ortasında belirdi fakat bu dalga onun eseri değil. Bu, yıllardır biriken sessizliğin, bastırılmış öfkenin ve derin bir utanmanın dalgası. Halkın gözünde istikrar çökmekte olan bir düzenin sessizliğiydi. Bu yüzden değişim isteği, politik bir heyecandan çok, varoluşsal bir doğrulma ihtiyacı olarak belirdi. İnsanlar ideolojik bir yenilenme aramadı, yalnızca onurlu bir hayatın asgari koşullarını geri istemek istedi.

Kıbrıs’taki bu tablo, Türkiye’ye de ayna tutuyor. Çünkü Türkiye de aynı yorgunluğun başka bir biçimini yaşıyor: büyüyen ama derinleşmeyen bir ekonomi, içi boşaltılmış dini kavramlar, ahlakî meşruiyetin yerini alan çıkarcılık… Kıbrıs bu anlamda, merkezin çürümesinin çevredeki yansımasıdır. Oradaki seçim, Türkiye için de bir yüzleşme fırsatı taşıyor: Halkın gerçekten ne istediğinden ziyade, artık neye tahammül edemediğini fark etme fırsatı.

Bu seçim, bir halkın sesini ve vicdanını geri alma çabası olarak okunabilir. Belki bu çaba yine duvarlara çarpacak; fakat o duvarların ardında birikmekte olan duygu korkudan çok utanmadır. Kıbrıs halkı bu utanmayı politik bir dile çevirdi, bir tür iç hesaplaşma diline... Asıl mesele, bu dilin Türkiye’de yankılanıp yankılanmayacağıdır.

Çünkü Kıbrıs sandığında halk kendilerini yönetecek bir liderden çok bir düzene “hayır” dedi. Ve o düzenin belki de farklı ölçek ve derecedeki yansımalarını Türkiye’de de görmek mümkün.

Toplumlar yorgunluk sınırını aştığında değişimi bir tiksintiyle başlatırlar. Kıbrıs bu tiksintiyi cesarete dönüştürdü. Geriye, Türkiye’nin kendi aynasına ne kadar dürüst bakacağı kalıyor.

YORUMLAR (64)
64 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.