Kültürel iktidarın kültürel mirası

Kültür kavramsal olarak kendisine yönelik tutum ve yaklaşımların çeşitliliği ve çoğulluğu nedeniyle birçok tanımı olan kelimelerden biridir. Bazı insanlar kültürün organize bir normlar, değerler ve kurallar kompleksi olduğuna inanırlar. Antropoloji ilminin de kurucusu olarak bilinen Sir Edward Tyler kültürü “insanın toplumun bir üyesi olarak kazandığı bilgi, inanç, sanat, ahlak, kural, gelenek ve her türlü yetenek ve alışkanlıklar bütünü” olarak görür.

Geniş anlamda kültür, doğanın süreçlerine ve ürünlerine aykırı olan insanlığın tüm ürünlerini kapsar. Raymond Williams’ın Kültür ve Toplum isimli kitabında kültürle ilgili tanımı da dikkat çekicidir. Kültürü, “Entelektüel, manevi ve estetik gelişimin kamusal süreci, evrimsel ve belirli insanların veya belirli bir zamanın belirli yaşam tarzı veya genel olarak entelektüel, sanatsal faaliyetlerin ürünleri” olarak tanımlar.

Bu tanım, bir dönemin veya ülkenin tüm felsefesini, düşüncesini, sanatını ve entelektüel yaratıcılığını, ayrıca farklı toplumların geleneklerini, alışkanlıklarını, ritüellerini, edebiyatını ve sanatlarını içerir.

Raymond Williams’ın bahsettiği “Entelektüel, manevi ve estetik gelişimin kamusal süreci ve sanatsal faaliyetlerin ürünleri” kısmı bu yazının konusu olacak.

Coğrafyamız dünyanın kültür sanat çeşitliliği en bol ülkelerinden birisi oldu tarih boyunca. Medeniyetlerin başlangıcı, medeniyetlerin devamı, göç yollarının uğrağı, zenginliğin her anlamda en ileri seviyede olduğu bir kültür bu, böylesi bir zenginlik. Ulusların bir arada yaşadığı ve her birinin kendisinden sonraki nesle miras olarak bıraktığı kültür, sanat ve o derinlik.

İşte bu zenginlik içinde doğmuş, büyümüş bizlerin uzun zamandır bu hinterlanda hiçbir katkı sunamayışını anlatmak da istiyorum. Herhangi bir konuyu veya sorunu, toplumsal gelişememeyi veyahut gelişme geriliği nedenlerini incelemeye başladığınızda, sadece üzerinde düşünmek ve gerçeklerle hesaplaşmak doğru sonuca ulaştırır. Özellikle kültür sanat alanında insanın kendisiyle yüzleşmesi her alanda ürettiği kültür sanat ürünlerinin kendisi gibi düşünmeyenler tarafından da kabul görmesi ile anlaşılır. Bu anlamda bu alanda var olacak bir gelişimden bahsedeceksek ideolojiden, kamplaşmadan, tüm kesimlerin kucaklandığı ortak bir dilden de bahsetmeliyiz. Sanat ve kültür tam anlamıyla budur, herkesin ortak bir çatı altında bulaşabildiği korunaklı alandır. İşte bu noktada sanat anlamında kamusal bir tekâmülden bahsedeceksek kamunun tamamına hitap eden eylemler ve söylemler topluluğunu barındırması gerektiğini de bilmeliyiz.

Kültür Nefretten Nefret Eder.

Williams’ın güzel sözlerinden birisi de budur. Ancak nefretin olmadığı yerlerde bir sanat açılımı yapabiliriz, diğer türlüsü mümkün değil. Oysa çok başka bir yapılanmanın içerisinde ilerliyoruz. Her hamle gerisinde bir tepki barındırıyor, bir öfke, intikam seli. Maskülen bir erkek figürünü senelerdir ekranda sonsuz bir döngüyle izlemiş olmamızdan başka kültür sanat faaliyetine katkısını göremediğimiz isimler ülkede çok yüksek kademede sanat üretimini yönetmeye talip oluyor ve talebi kabul ediliyor. Ve bu noktaya nasıl gelindiği de malumun ilamı.

Şu gerçeği hepimiz anlamalıyız ki bu topraklarda her anlamda bir başarı istiyorsak, her yeri geçelim sanatsal anlamda bir başarı istiyorsak bunun ilk koşulu en yüksekteki ismin olabilecek en yetkin isim olarak belirlenmesidir.

Ülke bu fasit daire içerisinde senelerdir her katmanda boğulmuş vaziyette. Liyakatin esas alınmadığı yerde kemalatın olma ihtimali yok. Kimse yetkinliğine inanmadığı bir bireyin emirleriyle, ricalarıyla çalışmak, üretmek istemiyor. Konu hele kültürel, sanatsal bir faaliyetse buyurunuz cenaze namazına.

Bugün dünya üzerinde gördüğümüz her şahika eser, o toplumun miras bıraktığı, hinterlanda sunduğu katkıyla mülhem. Floransa’yı inşa ederken sadece en yetkinlerin, zekaların ve seçkinlerin seçilmesi geride Floransa gibi bir şehir bıraktı. Shakespeare’in, eser üretmesi için her türlü imkân kendisine sağlandı, ayrıcalığı dehasıydı. Bugün Shakespeare zamanındaki kralın, kraliçenin adını hatırlamıyoruz fakat eserleri yüzyıllardır tüm dünya tiyatrolarında sergileniyor ve sergilenecek. Londra’nın tam ortasındaki bir kilisenin pencerelerine Shakespeare silüetinde vitraylar yapılıyor kendisini taltif için. Oyunlarının ilk sergilendiği çadır ilk haliyle korunarak bugünlere kadar getiriliyor.

Bakın tiyatro nasıl var oluyor buyurun nail olalım; önce o dehayı buluyorsun, en üretken ismi, sonra o dehaya neye inanırsa inansın, nasıl düşünürse düşünsün bir alan açıyorsun. İşte kültürel iktidarın kültürel mirası böyle meydana geliyor. Aksini başarabileceksiniz buyurun görelim; Taş fırın erkeğinin tiyatro heyulası bizleri nerelere götürecek?

Hasılı, iktidarlar geliyor, gidiyor; eserler baki kalıyor. Bu anlamda kültürel mirasın uzaydan görünen kopyala yapıştır camiler yapmak değil, o camiye gelen cemaate estetik ve tarafsız bir sanat ruhu yerleştirmek olduğunu söyleyebiliriz. O da en iyiye talip olmakla mümkün, en yandaşa değil.

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum