Muhafazakâr kadının görünürlük imtihanı

Kur’an, yalnızca bir inançlar manzumesi değil, aynı zamanda yerleşik kabullere yöneltilmiş keskin bir itirazdır. İlk muhatapları olan toplumlar, inancı uzun süredir kendi kurdukları düzenin meşruiyet kaynağı olarak kullanıyor, bu kullanım biçimini ise sorgulanamaz bir gelenek haline getiriyordu. Alışkanlıkla beslenen bu düzen, zamanla hakikat karşısında bir direnç hâline gelmiş, insanı arayıştan uzaklaştıran, kendisini doğrulayan bir kapanmaya dönüşmüştü.

Bu anlamda ayetin sarih ifadesiyle, “Atalarından gördükleri şeye mi uyacaklar, akıllarını kullanmasalar da mı?” (Bakara 170) sorusu, yalnızca bir geleneğe değil, geleneğin içine yerleşmiş atalete ve düşünmeyi terk eden bir itaate yöneltilmiş bir meydan okuma oldu. Bu meydan okuma, yalnızca aklın değil, vicdanın da uykuda olduğu bir toplumsal yapıyı sarsmayı hedefledi ve başardı.

Zira Kur’an’ın inşa ettiği dil, insanın Rabbiyle kurduğu ilişki kadar, insanın insanla, toplumla ve kendi nefsiyle kurduğu tüm bağları dönüştürmeye yönelik bir çağrıdır. Bu çağrı yalnızca inkârcılara ya da müşriklere değil, inandığını söyleyen fakat inancı, alışkanlıklarının ve konforunun uzantısına dönüştüren herkese yöneltilmiştir.

Kur’an, bir ahlak öğretisi olduğu kadar, bir uyanış ve sorgulama çağrısıdır. Ataların izinden gitmeyi düşüncenin ve vicdanın önüne koyanlara yönelttiği eleştiri, geleneğin kutsallık perdesi altında hakikatin üzerini örtme biçimlerine işaret eder. İnsanı yönlendiren her kültürel kabule, her içselleştirilmiş davranışa ve her hazır hükme karşı yeniden düşünmeyi, yeniden tartmayı, yeniden inanmayı teklif eder. Çünkü inanç, ancak sorgulamayla diri kalır, ancak hakikate açıldıkça özgürleşir.

Bu bakımdan Kur’an, kendisini yalnızca iman edenlerin değil, düşünmeye cüret edenlerin, kendisiyle yüzleşmeye hazır olanların kitabı olarak sunar.

Fakat ne gariptir ki, bugün Kur’an’ı en sık referans alanlar, onun daha en başında yerleşik kabullere yönelttiği o radikal eleştiriyi görmezden geliyor. Sorgusuz itaati, kalıplaşmış rollerin kutsanmasını ve alışkanlıkların iman yerine geçirilmesini dinin özüyle özdeşleştiriyor, bunu da çoğu zaman iman kisvesiyle perdeleyerek yeniden üretiyorlar.

Kadınların sanatla, estetikle ve ifade biçimleriyle kurdukları ilişki, birçok dindar çevrede hâlâ kuşkuyla karşılanıyor. Müziğe kulak veren bir kadının parmakları piyano tuşlarına değdiğinde, ahengin değil niyetin tartışıldığı bir iklim beliriyor. Ses yarışmasına katılan örtülü bir genç kadının sesi, estetik bir ifade değil, görünürlüğün sınırlarını zorlayan bir taşkınlık olarak yorumlanıyor. Tuvale dokunan bir elin ardındaki sezgi, çoğu zaman mahremiyet çizgileriyle ölçülüyor. Tiyatroyla ilgilenen ya da bir konservatuvara girmeyi hedefleyen dindar bir genç kız, sanata değil “haya”ya çağrılıyor. Spor sahasında başarı elde eden bir örtülü atlet ise azmiyle ya da yeteneğiyle değil, kıyafetiyle konuşuluyor. Bu kulvardaki her dindar kadın, inancını ispat etmeye zorlanıyor.

Üstelik bu denetim yalnızca mahremiyet adı altında kurulmakla kalmıyor. Kimi zaman açık bir linç biçimine bürünüyor. Tek bir kadının sanata, estetiğe ya da spora dair en ufak görünürlüğü, kimi dindar erkeklerin rahatlıkla hedef gösterebildiği, adını vererek ifşa edebildiği, hatta onlarca erkeğin yorumuna açık hâle getirdiği bir ahlak muhasebesine dönüşüyor.

Oysa sormak gerekir: Müslüman bir ahlak, nasıl olur da bir kadını, onlarca insanın gözünün önünde teşhir etmeyi meşru sayar? Hangi inanç, hangi edep anlayışı, bir yanlışı düzeltme iddiasıyla adı sanı belli bir kadını topluca yargılamaya cevaz verir?

Oysa ne Kur’an bu yaklaşımı destekliyor ne de Peygamber örnekliğinde buna dair sahih bir dayanak var. Fakat gelenek, anlamdan daha güçlü işlemeye başladığında delil aranmaz. Sadece tedbir alınır. Ve bu tedbir, kadının sesini kısmak, suretini silmek, izini görünmez kılmak şeklinde tezahür eder.

Bu tahakküm dili, yalnızca kadının sanatla kurduğu ilişkiyi kesintiye uğratmıyor aynı zamanda onun imanla kurduğu içten bağı da zedeliyor. Pek çok genç kadın, sesinin sürekli şüpheyle karşılandığı, görünürlüğünün niyet testine tutulduğu, yaptığı her şeyin “yakışıyor mu?” sorusuna mahkûm edildiği bir dünyada, inancı önce sessizleştiriyor, sonra da yavaş yavaş geride bırakıyor.

Bakın dinden kopuşlar, çoğu zaman bir itiraz değil, bir yorgunluktur. Kimileri ise tamamen gitmiyor fakat kendisini saklayarak, susarak, renklerini soldurarak, gölgesini küçülterek kalıyor. Allah’a olan bağlılığını, insanların bakışından korumak için neredeyse görünmez hâle gelen kadınlar var. Sadece konuştuğunda yargılanan değil, sustuğu için de içten içe gömülen kadınlar. Bu sessizlik, imanla değil, yalnızlıkla büyüyor.

Allah’ın vahyi yalnızca bilgi değildir. Ses, ritim, kıvam ve çağrıdır. Bu çağrı, cinsiyetle sınırlı değildir. İnsanı insan kılan cevhere, yani akla, kalbe ve vicdana hitap eder. Bu yüzden ne tefsir geleneğinde ne de Nebevî örneklikte kadının sözünü bastırmaya dayalı bir hüküm, sahih bir karşılık bulamaz.

Hz. Peygamber’in hayatı, sanatla, ölçüyle, hikmetle ve merhametle iç içe geçmiş bir varoluşun örneğini sunar. Onun çevresindeki kadınlar, sadece sessizce dinleyen figürler değildir. Düşünen, görüş bildiren, soru soran, beğenisini dile getiren kimi zaman ezgiyle, kimi zaman şiirle ve kimi zaman da doğrudan sözle topluma müdahil olan şahsiyetlerdir. Rivayetlerde bu katılımların teşvik edildiği, hatta takdirle karşılandığı defalarca ifade edilir.

İbn Haldun, Mukaddime’de çöküşün yalnızca siyasî ya da ekonomik bir zayıflamayla değil toplumun estetikle kurduğu bağın kopmasıyla da başladığını söylerken, aslında çok daha derin bir şeyi ifade eder. Estetik, bir toplumun kendine duyduğu saygının biçimlenmiş hâlidir. Bu biçimin yokluğu, insanı önce ruhsuzlaştırır, ardından vicdansızlaştırır.

Tam da bu nedenle, bugün inanan bir kadının sanatta yer alması yalnızca kişisel bir tercih değil, inancın özüne daha derinden temas etmenin bir yoludur. Çünkü Allah’ın güzelliği sevdiğini bilen biri, güzelliği taşıyanı şeytanlaştırmaz.

YORUMLAR (42)
42 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.