Mükemmel Anouar Brahem ve onun saz arkadaşları
Brahem, 1957’de Tunus’un Halfaouine kentinde sanatçı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Sanata olan yatkınlığını gravür sanatçısı ve müzik aşığı olan babasından aldı. Henüz 5 yaşındayken Tunus Ulusal Konservatuarı’na kaydoldu ve ilk öğretmeni ud ustadı Ali Sriti oldu. Ali Sriti, Anouar Brahem’e 4 yıl boyunca neredeyse her gün Arap müziğinin inceliklerini nakış nakış işledi.
Brahem, 15 yaşına geldiğinde yerel orkestralarla sahneye çıkmaya başladı ve artık Tunus’un çok önemli bir geleneği olan müzikli düğünlerinin en aranılan ismi olmuştu. Devamı olan yıllarda diğer bedevi coğrafyalarının, İran’ın müziklerini tanıdıkça, Endülüs kültürüyle yakınlaştıkça müziğini de dönüştürmeye başladı.
Ancak kendisini ulusal ölçeğe taşıyan şöhreti, caz müziğine ilgi duymasıyla birlikte başlar. Farklı müzik türleri arasındaki etkileşimi, uyumu caz aracılığıyla öyle bir dengeye oturtur ki “ethno jazz” adını verdiği bu tür, müziğinin dünya ölçeğinde tanınmasını sağlar.
Yerel olanı dünya müziğiyle harmanlayarak dünya arenasına taşıması henüz çok az müzisyene nasip olmuş bir başarıdır. Zira eline enstrümanını aldığı dönemlerde ud, neredeyse dünya müziği içerisindeki yerini terk etmeye hazırlanan bir çalgı gibiydi. Yerelde muazzam icracıları olsa da aşinası olmayan başka toplumlar için çok da anlam ifade etmiyordu. Brahem’le birlikte artık ud yeniden gündeme gelen, kendisi için besteler yapılan bir enstrüman olmaya başlamıştı bile.
Brahem, perküsyoncu Lassaad Hosni ile eşine az rastlanacak bir birliktelik ve uyum elde etti. Tunus medyasının katkılarıyla birlikteki ilk prodüksiyonları dünyaya açılmıştı. 1981 senesinde Paris’e giderek müziğini farklı çevrelerle tanıştırdı. Paris o dönemde de öncesinde de Kuzey Afrika müzisyenlerinin dünyaya açılan kapısıydı. Enrico Macias, Rachid Taha, Blaoui Hourai, Lili Boniche gibi isimler Kuzey Afrika’dan çıkarak şöhretini Paris’te yakalamış isimlerdi. Kuzey Afrika müzisyenleri için frankofon olmanın avantajı tam da bu noktada işe yarardı.
Paris yolculuğu Brahem’in müzikal serüveninde bir dönüm noktası oldu. Artık Tunus’ın yerel bir müzisyeni değil, küresel tanınırlığa sahip bir sanat hamisiydi. Bu meşhur oluş sayesinde Tunus’a geri döndüğünde önemli festivallerde zamanın en önemli müzisyenleriyle sahne aldı ve bu onun müzik heyulasını daha da eşsiz bir çıtaya taşıdı.
1990 senesinde Amerika ve Kanada turnesinden döndükten sonra Manfred Eicher ile tanışması kaderini tamamen değiştiren en önemli olay oldu. Zira Manfred Eicher, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi müzisyenlerinin albümlerinin çıkartıldığı o şirketin, ECM’in başındaydı ve bu tanışıklık sayesinde Brahem uluslararası şöhretin ve 7 albümün sahibi oldu.
Brahem’in şahsi müzikal yolculuğunda bir mihenk taşı da Yorgo Bacanos’tur. Bundan 20 küsür sene önce okumuş olduğum bir röportajında kendisinden çok etkilendiğini ve Türk müziğinin ve bestecilerinin belleğinde önemli bir yeri olduğundan bahsedecektir.
Yerel müzisyenlerle yaptığı albümü Barzakh’ın ardından yine perküsyoncusu Lassad Hosni’nin yanına en büyük klarnet ustalarından Barbaros Erköse’yi ve Neyzen Kutsi Ergüner’i alarak, “Conte de L’incroyable Amour” albümünü yaptı ve dünya turnesine çıktılar.
“Conte de L’incroyable Amour” bambaşka ve istisnai bir albümdür. Klarnetin eşsiz melodileri ve alaturka ritmleriyle dolu bu albümün akabinde geldikleri İstanbul konserinde de yer yerinden oynar.
Artık Brahem’in rüzgârı bambaşka yerlerden esmektedir. Doğu enstrümanı olan udun dünyaya açılma zamanı gelmiştir. Sonraki albümlerinde zamanın en önemli müzisyenleriyle daha global ezgilere, cazın içerisine tamamen nüfuz etmeye başlar.
94 ve 98 senesinde hem o zamanın hem de tüm zamanların en önemli iki saksafon ve tenor saksafon üstadı olan ECM sanatçıları Jan Garbarek’le ve John Surman’la çalışır.
94 senesinde İskandinav cazının babası, Norveçli Garbarek’le birlikte “Madar” isimli albümü çıkarırlar. Yanlarında tabla üstadı Shaukat Hussain vardır. Albüm hem Nordic cazının doruklarında aynı zamanda “Bahia” isimli şarkıyla körfez müziğinin oryantalliğinde gezinir.
95 senesinde çıkardığı albüm olan Khomsa, Brahem’in üçüncü stüdyo albümüdür. Yedilide akordeoncu Richard Galliano, piyanist François Couturier, saksafoncu Jean Marc Larché, kemancı Béchir Selmi ve ritimde Palle Danielsson ve Jon Christensen yer alır. Bu bu kadar çok sanatçıyla çıkardığı ve en çok Batılılaştığı albümlerden birisi olmuştur Khomsa.
98 senesinde John Surman’la çıkardığı zirve albümü olan Thimar’a kadar uzun bir konser ve tanıtım süreci geçiren Brahem, artık konserlerinde boş yer bulunmayan, dünyanın en meşhur udisidir.
Evet Thimar bana göre tüm zamanlarının en iyi albümü olmuştur. John Surman’ın yanında en önemli basçılardan Dave Holland’ın olması, içerisindeki şarkılar kusursuz bir dünya sentezidir. Sonrasında piyano, viyolonsel gibi enstrümanlarla da albümler yapmış olsa da bu albümdeki bütüncüllük bence yakalanamamıştır ve yakalanamayacaktır.
Brahem bugün yerinin dolmasının mümkün olmadığı bir müzisyen olmanın yanı sıra insani ve vicdani tüm yönleriyle zulme karşı sessiz durmayan da bir aktivisttir. Filistin, Gazze soykırımı ile alakalı kamuoyu oluşturmak için var olan tüm enerjisini harcayan birisidir, ikbal kaygısı yaşayan durgun su sanatçılarından da değildir.
Müzikal gelişim serüvenini ve dehasını bir köşe yazısını sığdırmak elbette mümkün değil. Umarız ki tüm dünya onun müziğindeki vahdete erişir. Bir arada olabilmenin eşsiz ve zorlu deneyiminde kaybolur…
Yaşadıkça dinlenecek, dinlendikçe daha da dinlenecek şarkıların sahibi Brahem hepimizin Enver İbrahim’i. Çok yaşasın.