Bir gözü kör, bir kulağı sağır
Kalabalık bir darbeci asker güruhu var. Sayı ve rütbe dağılımı aslında bir darbe yapmak için yeterli.
Albaylar Cuntası, 60 ihtilalini bildiğim kadarıyla daha az subay katılımıyla yapmıştı.
General bulamadılar.
Re’sen emekli edilmiş ve mecburi istirahate çekilmiş Cemal Gürsel’i İzmir’den getirip darbenin reisi ilan ettiler.
15 Temmuz darbesi, darbenin eksik elemanla yapılması sebebiyle toslamadı duvara.
Darbeye maruz kalanların karşı hamleleriyle durduruldu.
Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, hemen karşı-eyleme geçmesiyle, milletin sokaklara, meydanlara dökülmesiyle, canını siper etmesiyle durduruldu.
Darbe yapınca milletin tavuk gibi pısacağını düşünüyordu Feto’nun akıldaneleri.
Fiyakasına diyecek yoktu generalin.
Düşünsene, ‘Aha, darbe yapıyorum’ demişsin, Diyarbakır’dan Ankara’ya gelmişsin. Darbenin patronusun. Sabaha karşı bütün ekranlarda sen görüneceksin, bütün medya sana yağ çekme yarışına girecek...
Ömer Halisdemir... Helal süt emmiş bir memleket evladı, çıkıp seni alnından vuruyor.
Hem senin, hem Feto’nun, hem de peşindeki adi çetenin fiyakasını bozuyor.
Bunlar, ‘Allah’ın yardımı’ dediğimiz büyük nimetin tezahürleriydi.
Fakat bir kahramanlık destanıydı aynı zamanda.
Bir çekik gözlü ‘Meçhul Asi’ vardı 1989 Haziran’ında, Tiananmen Meydanı’nda. Tank Adam.
Evet, büyük hadiseydi. Çin çok kan dökmüştü.
Konuştu, yazdı bütün dünya, tankın önünde duran Çinli’yi. Bugün bile yazılıp çiziliyor.
Çizilsin.
Başka neyi yazdı dünya?
Turuncu Devrim’i. Tahrir Meydanı’nı.
Neyi yazmadı?
Rabiatü’l Adeviyye Meydanı’ndaki şehitleri.
Soruyu devam ettirelim, neyi yazdı dünya?
Gezi vakasını.
Paulo Coelho’yu taa Brezilya’da buldular, gevşek gülümsemesi ve berbat aksanıyla (Elbette Türkçe bilmediği için berbat ve bu da normal.) ‘Ben-ça-pul-cu-yum’ dedirttiler.
O Coelho ki, Meclis 1 Mart tezkeresini reddettiğinde, Bush’a hitaben “Teşekkürler Bush, sayende 70 milyonluk Türkiye’nin satılık bir ülke olmadığını öğrendik” demişti.
Birkaç romanını (Marquez’le asla kıyaslamam, Marquez’e nisbepte yavandır) okumuştum Coelho’nun. Elbet var sanatçı duyarlılığı.
15 Temmuz, dünya sivil direniş tarihinin en ihtişamlı sayfasıdır.
O duyarlılığın eğer kulağı varsa, 15 Temmuz gecesi Ankara ve İstanbul semalarında ses duvarını yırtan F-16 gürültüsünü de işitir.
Hani 1 Mart tezkeresini reddeden Meclis var ya... O Meclis’i vuran F-16’ların gürültüsünü...
Eğer gözü varsa, Şehitler Köprüsü’nde namlularından ateş saçan tanklara doğru yürüyen Türkleri de görür.
Dili varsa, bunu da söyler.
Coelho’ya takmadım. Aklıma önce o geldi. Sözüm bütün hepsine.
Eğer Tahrir’i görüp Rabia’yı görmüyorsan... Tiananmen’i görüp Halep’i görmüyorsan...
Gezi’yi görüp Şehitler Köprüsü’nü görmüyorsan...
Bizim ölümümüz ucuz, senin ölümün pahalıysa...
Kendi tarafına açık gözle, bizim tarafımıza kör gözle bakıyorsan ne yapayım senin sanatkarlığını?
Demek ki: Summun, bukmun, umyun!
Yine de kötülük hiyerarşisinde sanatçılar, eğer tek kabahatleri görmemekse çok yüksek bir mertebeye çıkamazlar.
Yüksek mevki devlet ricalinindir, siyasetçilerindir.
Cinayette parmağı olanlarındır.
İti sokağa salıp, sinsi sinsi neticeyi gözleyen, it cürmü meşhut halinde yakalanınca canı sıkılan...
Yarım ağızla ‘geçmiş olsun’ deyip, ardından ‘ama şöyle, ama böyle’ diye mızıldanan... Feto’nun ne işler çevirdiğini kendi çocuğunu bilir gibi bilen Avrupalı, Amerikalı derin, karanlık adamlarındır.
Bu aşikar, zorlaştıracak işimizi.
Mamafih, zoru başarmak, kolayı başarmaktan daha güzeldir.