Bugünkü sahtekarların ecdadı

Halife Me’mun meraklı bir adam.

Bir merak çeşidi vardır. Kulağınıza bir kelime çalınır. “Ha?” diye sorarsınız. O ne dedi? Sen ne dedin? Nereye gitti?

Daha çok ‘yaş almış’ teyzelerde ya da aynı mizaçtaki bilhassa da kulağı ağır işiten huysuz ihtiyarlarda olur bu merak çeşidi.

‘Kocakarı merakı’ demek caiz midir?

Me’mun’un merakı öyle bir merak değil. İlmi bir merak.

Her türlü ilmi merak ediyor. Eski Yunan’dan ve Hint’ten kitapları Arapçaya tercüme ettiriyor.

Hiyeroglifi de tercüme ettirmeye çalışmış. Eyyub b. Mesleme Me’munun emriyle Mısır’ın dört bir tarafındaki piramitler, tapınaklar ve dikilitaşlardaki yazıtların kopyalarını çıkarmış. Yunanca ve Kıptice yazıtları çevirmiş fakat hiyeroglifleri çözememiş.

Michael Cooperson’un Me’mun kitabında (Küre Yayınları) ilginç bulduğum ve kitabı okumadan önce bilmediğim bir şey de Me’mun’un Keops Piramidi’ne saldırması.

Don Kişot’un yel değirmenlerine saldırmasına benzer bir saldırı değil bu. Halifenin derdi piramidin içinde ne olduğunu öğrenmek. Piramidi mancınıkla dövdürmüş fakat bir tesiri olmamış. Mısır ziyaretinde kendisine eşlik eden Antakya Başpiskoposu Dionysius’un daha önce keşfettiği tünele girmişler. Tünelin tıkandığı bir yerde ateş yakarak çatlamasını sağlamışlar. Çatlayan yeri genişletip ilerlemişler. Firavun’un mezarına kadar ulaşmışlar.

“Mezar odası ta antik çağlarda soyulmuş olduğundan Me’mun’a bulacak bir şey kalmamıştı. Ancak halifenin keşif gezisi tamamen sonuçsuz kalmadı. Kayadan oyarak çıkardığı girişi bugün her yıl milyonlarca turist kullanmaktadır.”

***

Biz evvelce, yediğimiz yemeklerin daha çok lezzetine önem verirdik.

Sonraları hangi yiyeceğin insan vücudunda nasıl bir etkiye yol açtığı yiyeceklerin lezzetinden daha önemli sayılmaya başlandı.

Ekmek yemiyorum demiyor birçokları, ‘karbonhidrat almıyorum’ diyor.

Şeker? Tatlı? Glikoz. Onun bile iyisi kötüsü var.

Yediğimiz tatlıların, ekşilerin, mayalı ve mayasız yiyeceklerin hücrelerimize neler yapacağı hakkında hekimler sabah akşam bir şeyler anlatıp duruyorlar.

İnsanlar, sofra başlarında karbonhidratın, şekerin zararlarını, brokolinin, lahananın faydalarını, avokadonun yaban mersininin güzelliklerini, zerdeçal ve keten tohumu yemenin hangi dertlere iyi geldiğini konuşuyor.

Yediğimiz yemeğin vücudumuzun ücra köşesindeki hücrelere ne yaptığını neredeyse herkes biliyor.

Bunun yeni bir eğilim olduğunu, son on on beş yılda yaygınlaştığını düşünüyordum.

Bin yıl önce bile sofra başlarında böyle sohbetler yapılırmış.

“Konuklarından birinin bildirdiğine göre Me’mun çeşitli gıdaların mizaç üzerindeki özellikleri konusunda uzmandı. “Bir gün onunla öğle yemeği yedik, masada üç yüz farklı yemek olmalıydı. Ne zaman bir yemek servis edilse ona bakar ve şuna iyi geldiğini, şuna faydalı olduğunu söylerdi; ya da gözü yaşlı ve soğukkanlı mizacı olan birinin bundan kaçınması gerektiğini ya da huysuz veya melankolik birinin bundan biraz yemesi gerektiğini, ya da kilo almak istiyorsak bunu yememiz gerektiğini ya da daha az yemeye çalışıyorsak bunu denememiz gerektiğini söylerdi. Servis edilen her yemek hakkında söyleyecek bir şeyi vardı ve sofra kalkana kadar bu şekilde devam etti.” (İbn Ebi Tahir.)

İnsanımız, eskiden de sahtecilik, tağşiş, üçkağıtçılık yaparmış.

Bunu biliyordum, yeni öğrenmedim.

“Bir keresinde halifenin içinden eczacıların dürüstlüğünü test etmek geldi. Bir simyacının eczacıların temin ettiği malzemelerin her zaman hakiki olmadığından şikâyet etmesi üzerine Me’mun dükkanlara haberciler göndererek ‘saktise’ adlı hayali bir madde istedi. Eczacılar tohumlar, taş parçaları ve keçi kılı da dahil olmak üzere çeşitli maddeler gönderdi. Görünen o ki halife suçluları cezalandırmamış ancak simyacıyı ödüllendirmiştir. Ancak daha sonra bu olay kıta komutanı Afşin’in dikkatini çekmiş, o oa askeri listelerden rastgele isimler seçerek ve bu isimlerdeki ilaçları getirmeleri için ulaklar göndererek eczacılarını test etmiştir. Cehaletini kabul eden eczacılara orduda daimî görevler verilirken söz konusu maddeleri ellerinde bulundurduğunu iddia edenler birlikten sürüldü ve halka ilan edilerek rezil edildi.

Demek ki sahtekarlık bin yıl önce de varmış.

Böyle deyince bugünkü sahtekarlıklara meşruiyet sağlamış oluyor muyuz?

“Ecdat da sahtekarlık yapıyormuş” diye kendilerine pay çıkaranlar var mıdır?

Şöyle bir teselli de geliştirebiliriz:

Üçkağıtçılık yapanlar bizim ecdadımız değil, biz her çağda dürüst anne ve babalardan türedik.

Şu da olabilir:

Bugünkü sahtekarların, yolsuzların ecdadı bin yıl önceki sahtekârlar.

YORUMLAR (49)
49 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.