Dindar olmayınca ahlaksız mı olursun?
Şizofren laikliğin bize ettikleri’ni anlatırken farklı istikametlerden eleştirilere muhatap oldum.
Şimdi, ‘ben haklıyım’ deyip çıkacak mıyım işin içinden?
Adetim değil.
Evvela eleştirilerin haklı olduğu ihtimali üzerinde durmak benim tarzıma daha uygun.
Bir de, ‘kendi açılarından’ haklı olabilirler insanlar. Bu da yeterince haklılıktır.
‘Şizofren laiklik’ derken, hayatını, imanını, aklını, vicdanını ikiye bölüp, bir tarafıyla dindar olup öbür tarafıyla her kötülüğü irtikap edebilen bireylerdeki korkunç kişilik yarılmasını ifade etmeyi düşünüyordum.
Müslümanlığı, kimliğinin en önemli unsuru olarak görüyor, ancak, kendi hüviyetini parçalayarak biri iyi biri kötü iki niteliği bir bünyede taşıyor.
Rüşvet alırken, verirken, haksızlık yaparken, adaletsizlik yaparken, sanki Allahu Te’ala ile irtibatları kesiliyor.
Bu başarılması zor bir iş.
Ya o esnada Allah’ın kendilerini görmeyeceğini zannediyorlar, ya da ruz-i cezada bu durumu nasıl izah edeceklerine dair bir metot keşfettiler.
Ben nasıl olsa Müslümanın, Allah benim tarafımı tutar diye mi düşünüyorlar?
Haksızlık yaparken senin tarafını tutacak bir Allah’a mı inanıyorsun? Bu düpedüz bir iftira!
Kimliğinin ‘Müslüman’ veya ‘dindar’ tarafıyla güzel işler yapıyor.
Ama kimliğinin ikinci parçasıyla her kötülüğü irtikap edebiliyor.
Bu şekilde, ikinci parça birinci parçayı da kirletiyor.
‘İkinci parça’ dediğim, kimliğinin ‘laik’ tarafı mı?
Eğer böyle bir kanaat serdedersem, kendisini ‘laik’ olarak tanımlayan bir kimsenin ahlaklı olamayacağını ileri sürmüş olurum.
Halbuki böyle bir niyetim yok.
Yazdıklarıma bakılarak böyle bir neticeye varılabilir mi?
Kendi yazımı yeniden okudum. Evet, laikliğe bir kast-ı mahsusam olduğu farz ediliyorsa böyle bir neticeye varılabilir.
Mamafih, maksadım bu değildi.
Tek bir bünyede meydana gelen bu kişilik bölünmesini dinle dünya işlerinin birbirinden ayrılmasına teşbih ettim.
Dindar bünyenin içindeki parçalanmayı ifade ederken, bu bölünmeyi kast ederek ‘laiklik’ tabirini kullanmam en azından bazı okurlar açısından meramımın yanlış anlaşılmasına sebep olmuş.
İnşallah tashih edebilmişimdir.
Peki, bütün dindarlar böyle mi?
Dindar olup kul hakkı gözetenler, adil olanlar, kötülük yapmayanlar, eli-yüzü temiz olanlar yok mu?
Olmaz olur mu? Var Allah’a şükür.
Cemiyet içinde çok görünmüyor olabilirler, zaten öyleleri iyilikleri ‘göstererek’ yapmazlar, ben yaptım, ben ettim, ben şöyleyim, böyleyim diye ortalıkta cirit atmazlar, sağ elleri verirken sol elleri duymaz.
Onlar için, ahlaklı olmakla dindar olmak arasında bir boşluk, bir fasıla yoktur.
Dindar olmak, bütün dindarlar açısından, zorunlu olarak ahlaklı olmayı gerektirseydi iyi olurdu.
Ama, Ali Bardakoğlu Hoca’nın bahsettiği araştırmaya göre -yaygın ve kötü örnekler sebebiyle- insanlar, artık gerektirmediğini düşünmeye başlamış.
Peki, dindar olmayınca ahlaksız mı olursun?
Hayır, olmazsın.
Dindar değil, ama ilişkileri düzgün. Başkasının malında, başkasının namusunda gözü yok.
Haksız bir kazanç elde etmek istemiyor. Elinin emeğiyle yaşıyor.
Başkasına kötülük yapmıyor.
Yolsuzluk, rüşvetçilik, çevresiyle ilişkilerinde adaletsizlik yapmıyor. Emanete hıyanet etmiyor.
Yetkili olduğu zaman adam kayırmıyor.
Kimsenin kuyusunu kazmıyor. Kimseye iftira atmıyor. Başına iş açabileceğini hissettiği durumlarda bile yalan söylemiyor.
Yani dindar değil ve ahlaklı.
Böyle insanlar tabii ki var. Moda tabirle, ‘iyi ki de varlar.’
Onlar da cemiyette çok görünmüyor, onlar da ‘göstererek’ yapmıyor.
Fakat maalesef, her tarafta kötülüğün gürültüsü daha çok çıkıyor.
Ben, gürültüye fazla bakmamaya, kendimi iyiliğin sessiz de olsa daha yaygın ve faik olduğuna ikna etmeye çalışıyorum.
Bir önceki yazımın eksiklerini tamamlamakla uğraşırken, Wadah Khanfar’ın ‘İlk Bahar’ında gördüklerimi ertelemiş oldum. Mazur görülmesini ümit ediyorum.