Dünya daha ileri bir faşizme müsait
“Elektronik beyin” diye bir şey varmış, her sorunun cevabını biliyormuş” diyordu benim ilk mektebe başladığım yıllarda rahmetli babam.
Prof. Dr. Aydın Köksal “bilgisayar” kelimesini ya yeni keşfetmişti ya da keşfetmek üzereydi.
Vikisözlük’te kelimenin ilk defa 1969’de Hacettepe Üniversitesi’nin gazeteye verdiği “Bilgisayar kiralanacaktır” ilanında kullanıldığı yazıyor.
Merak ettim şimdi. Acaba insanlar “Abi, ne kiralayacağınızı tam olarak tarif eder misiniz?” diye sormuş mudur?
Buna benzer konuşmalar olmuş etrafında, kendisi anlatıyor. Makine bilgiyi nasıl sayacak? Bir bilgi, iki bilgi, üç bilgi diye mi sayacak? Hocam ‘bellek’ biraz köylüce olmuyor mu diye sormuşlar.
Bilgisayar kelimesinin keşfi bilgisayarın keşfi kadar değilse bile büyük keşif.
Alim diye O’na derim ben. Bilişim, donanım, yazılım, bellek, veri tabanı gibi 2 bin 500 kelimeyi Aydın Köksal icat etmiş.
Diğer kelimeleri bir tarafa bırakalım, sadece bilgisayar kelimesinin kirasını bizden istese dünyanın en zengin adamı olur.
O yıllarda ben tabii sadece böyle şeylerin olmasına hayret edebilecek durumdaydım. Merak, sorma, sorgulama gibi şeyler sonradan başladı.
İnsanların yolda izde müzik dinlemek için kafalarına ‘volkmen’ dedikleri kulaklıkları takmaya başladıklarında, volkmenli birine “Sen mi volkmeni kafana taktın, seni mi volkmene taktılar?” diye sorduğumu hatırlıyorum.
Bu, o devir için kaliteli bir soruydu.
Bu sorunun biraz gelişmişini çok sonraları bir grup gazeteci arkadaşla Google Glass’ın tanıtımına dair birkaç ders gördüğümüz MIT’de bize Google Glass’ın özelliklerini anlatan uzmana sormuştum.
Tamam, bunları gözümüze takıyoruz da takınca biz mi bilgisayarların uzantısı oluyoruz, bilgisayarlar mı bizim uzantımız oluyor?
Burada aslolan biz miyiz, bilgisayarların oluşturduğu ağ mı?
Şöyle bir ilişki vardı aramızda, ya da öyle görünüyordu:
Biz insanız. Aletler geliştiriyoruz. Geliştirdiğimiz aletleri kendi hizmetimizde kullanıyoruz. Eşref-i mahlukat hala biziz.
Öyle mi gerçekten?
Bazen kimin kime hizmet ettiği karışmıyor mu?
Her defasında biz mi makinayı kullanıyoruz?
Biz farkına varmadan makinaların bizi kullandığı olmuyor mu?
Mesela ağların, algoritmaların?
Oluyor.
Kimi durumlarda biz ‘veri’ haline geliyoruz.
Sistem bizi alıyor, satıyor.
Zaman zaman bizi manipüle edebiliyor.
Bunu, ‘sosyal medya’ tabir edilen ağlarda sermaye olduğumuzu, paraya dönüştürülebildiğimizi görmeye başlayınca biraz anladık.
Biz burada emperyalizme karşı sloganlar geliştiriyoruz, emperyalizm, aferin oğlum, hep böyle devam et, yerim ben senin emperyalizm diyen dillerini diyerek bizden makas alıyor, ne biçim bir ilişki bu?
Mal mıyız biz?
Evet, kendi çapımızda malız. En uyanıklarımız, en cerbezelilerimiz, en mangalda kül bırakmayanlarımız dahil.
Yapay zekadan sonra ‘insan’ın durumu daha da nazikleşti.
Yoval Noah Harari Neksus’ta (Kolektif kitap) bunu tartışıyor. İnsanın daha doğrusu insanlığın durumunu.
Anlatısını ‘evrim’in içinde bir yere yerleştiriyor Harari.
Evrim, mümkün yaratılış teorilerinden biridir.
Sonuçta yaratılış.
“Kendimize Homo Sapiens, yani bilge insan dedik” diye başlıyor söze.
“Azımsanamayacak bir güce sahip olduk, yalnızca keşiflerimizi, icatlarımızı ve fetihlerimizi listelesek ciltler dolusu kitap yazılır. Tüm bu keşifler, icatlar ve fetihlere rağmen insanlık kendini büyük bir varoluş krizinin içinde buldu. Çok yanlış tercihler yaptığımız için şimdi ekolojik bir çöküşün sınırlarına dayandık. Öte yandan hala yapay zekâ gibi kontrolünü kaybedebileceğimiz, bizi köleleştirme, hatta yok etme potansiyeline sahip yeni teknolojiler üretmekle meşgulüz.”
“DNA moleküllerinden en uzak galaksilere dek hemen her şey hakkında edindiğimiz devasa bilgiye rağmen hayatın büyük sorularına yanıt bulamadık. Biz kimiz? Hayattaki amacımız ne? Yakın zamanlarda gördüğümüz Nazizm ve Stalinizm zaman zaman modern toplumları bile etkileyen kitlesel çılgınlığın örneklerinden.”
(Tam buraya, kitabın insicamını bozmayı göze alarak ‘İsrailizm’i de sıkıştırabilir miyiz? Harari’nin kitabına uymasa da zannediyorum zamanın ruhuna uyar.)
Şimdi, insanlık, yeni ve Nazizm’le Stalinizm’in oluşturduğundan çok daha karmaşık ağlar oluşturuyor.
Çok gelişmiş alat ve edevatla daha korkunç faşizmler mi geliştireceğiz, yoksa daha insani bir dünya mı kuracağız.
Harari bu soruya cevap vermiyor. Kitap boyunca bu soruyu sorup duruyor.
Benim anladığım ikisi de mümkün.
Dünya, kendi ülkemiz de buna dahil, manyakça bir faşizmin demokrasi olarak yutturulmasına müsait olacak kadar kaypaklaştı.
